13 Aralık 2024 Cuma

1_Siyaset_Birlik Karşıtı Fikirleri Anlamak İstiyoruz!_ Bakış Can_ 5Aralık2024_2_SiyasetBirlikte Yol Almak İçin Proleter Devrimci İnisiyatifin Geliştirilmesi İhtiyaçtır!… Bakış Can_ 11Aralık2024

Ya birliği savunuyoruz ya da savunmuyoruz! Net ve berrak olmak ihtiyaçla yeğdir. Bunda bocalamanın, sağa-sola eğip bükmenin gereği de, yeri de yoktur… 

Uyanıp dünyaya bakmakta fevkalade fayda var. Dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz ve ne yapıyoruz? 

Gözbebeği gibi sakındığımız parti-örgütümüzü düşünürken, en az o kadar ve kuşkusuz ki, esasta devrimi ve devrime muhtaç olan yoksul dünya halklarını da düşünmeliyiz…

“Sağlam bir birlik anlayışı olmayanların sağlam bir devrim anlayışı da olamaz” bilinci bizlere yön veren ileri devrimci kavrayıştır. Bu bilinçten hareketle, birlik sorununu tartışmaktan bugüne kadar imtina etmedik, bundan sonra da etmeyeceğiz. Sorunu tersten tutarlılıkla öteleyen yaklaşımlara rağmen birlik ısrarımızı koruduk, koruyoruz. Birlik görüşümüz kadar, birliğe yaklaşımımız da tutarlı ve devrimcidir. 

Temsil ettiğimiz niteliğe uygun olarak, birliği öncelikle kendi sorunumuz olarak tasavvur ettik, şimdi ve gelecekte de stratejik bir sorun potasında göreceğiz/görmekteyiz. Birlik meselesini kendi sorunu dahilinde telakki etmeyenlere, çağrılarımız bağlamında sorumluluklarını hatırlatmaktan geri durmadık, durmayacağız. 

Bunda kararlıyız, çünkü devrimin çıkarları “her şeyin” üstündedir ve devrimci olanın er ya da geç egemen olacağından zerrece şüphe duymuyoruz… Birlik ekseninde yürüttüğümüz süreç yorucu da olsa, birlik ısrarımızı sürdüreceğiz. Artık ve daha samimi olarak birliğe karşı çıkan anlayışları ve bu anlayışların gerekçelerini anlamak istiyoruz. Birlik tartışması ve ısrarındaki ilk motivasyonumuz, birliğin devrim açısından oynayacağı rolü kavramamızla alakalıyken, motivasyonumuzun ikinci noktası ise birlik karşıtı fikirlerin hatalı olduğu kanaatimizdir

Birlik sağlanamasa da, ortak çalışmanın gevşetilmemesini benimsiyor, yoldaşlık ya da devrimci ilişkileri sürdürmek, ittifak ve eylem birliklerini geliştirerek yürütmeyi savunuyoruz. Birliğin gerçekleşmemesi veya gerçekleştirilememiş olmasını devrimci ilişkilerin önünde engel görmüyoruz. Bu pozisyon bizler açısından geri de olsa, yakalayabildiğimiz en ileri ilişki ve hukuku sürdürmekten vazgeçmedik, geçmiyoruz. 

Bir tek devrimci kalana kadar devrimcilerin asgari müştereklerde buluşmaları kaydıyla ortak mücadelede birleşmelerini ve olanaklı olan her durumda birlikte hareket etmesini savunacağız! Fakat biz olması gerekeni, en ilerisini, en anlamlısını ve en devrimcisini istiyoruz; yoldaş güçlerin örgütsel birliğini istiyoruz! Bu, basit bir tercih meselesi değil, devrim kaygısından kaynaklanan ve iktidar tasavvurumuzun emrettiği bir zorunluluktur bizim için…

Yeri gelmişken hemen belirtelim. Bütün muhatap güçlere (bunlardan kimleri kastettiğimizi açıkta özetleyeceğiz) açık davetimizdir; birliği savunan da savunmayan da kendi görüşlerini propaganda ederek açıklamak, yani birliği savunanlar kendi gerekçelerini, savunmayanlar da kendi gerekçelerini bütün muhatap kesimlerin örgütsel güç ve taraftarlarının bulunduğu kitlelere açık ortak toplantıda tartışalım!… Eminiz ki, her kesim kendi görüşü ne olursa olsun ona güvenmekte ve savunmakta bir tereddüt yaşamamaktadır. 

O halde, sadece yoldaşlara değil, devrimci kesim ve kitlelere de açık tartışma toplantılarının düzenlenerek ilgili sorunların aleni biçimde tartışılmasında bir sakınca yoktur! Bu da bir çağrıdır ve birlik çağrımıza muhatap ettiğimiz herkesten bunun yanıtını bekliyoruz. …

Bugüne kadar anladığımız kadarıyla bir değil, birden fazla muhatabın da sığındığı en hokkalı gerekçe “güven sorunudur.” Ancak, açıktan ya da resmi gündemle gerçekleşen birlik tartışmasını bir kesimden muhatap yoldaşlarla yürüttüğümüz için, güven problemini genelleştirmeden ilgili kesim şahsında ifade edeceğiz… Şu veya bu düzeyde bir dizi güvensiz yaklaşımlar olsa da, bizler, güven meselesini birliğin önünde engel olabilecek düzeyde abartılı görmedik. Özellikle muhatap yoldaşların çerçevesini dayadıkları zemin veya şartlar açısından güven sorunu ya da onu gerektirecek vesileler aslen ortadan kalkmıştır. Dahası, bahis konusu partilerimiz baştan sona değişip yenilenmiştir; güvensizliği besleyen yaralı yılların üstünden 30 sene geçmiştir. Buna rağmen önyargının esiri olunmakta, “güven” problemi öne çıkarılmaktadır… 

Güven sorunu, tek tarafın birliğin önünde gördüğü ve aşılması gerektiğine inandıkları ya da aşılmasını şart gördükleri bir engeldi. Ve ortak çalışma süreci bunun ideal ilacıydı yoldaşlar için. (esasen yanlış da değildi bu yaklaşım.) Fakat yıllar geçti ortak çalışma pratiğinde… Lakin anlaşılıyor ki, güven sorunu giderilmediği gibi, çok şey de değişmemiş. Ortak çalışma süreci güvensizlikleri hakladı mı, daha da mı derinleştirdi? Değilse, sorun ne? 

Eğer sağlam bir gerekçe yoksa, söylemek durumundayız ki, son toplantı adeta yeni bir bahane üretip birliği ötelemiştir… “Gelenekten geleceğe platformu” şiarı altında en geniş Kaypakkaya’cı kesimin birleştirilmesi doğru bir yaklaşım da olsa, bu doğru yaklaşım somut birliğin önüne engel olarak koyulmuş, adeta birliğe sırt dönmenin, birlikten kaçmanın manivelası yapılmıştır.

Birlik muhataplarımız Maoizm ve Kaypakkaya yoldaşın komünist devrim perspektifini savunan, savunduğunu beyan eden ve ideolojik-siyasi görüşlerini bu doğrultuya bağlı olarak niteleyen parti-örgüt ve guruplardır, bu nitel kulvarda yer alan tüm mücadeleci dinamiklerdir. 

Birlik çağrımız bu kulvarın tümüne dönük olarak geçerli ve aktüeldir. Bu yelpazede birlik iradesi gösteren parti-örgüt ve guruplara çağrımızı yinelemekle birlikte; tali sorunları tırtıklayan, eskiyi kazıyıp dram yapan ya da mağduriyet üretip arkasına saklanan, dolayısıyla ayak direyip oyalama taktiğine başvuran yaklaşımları terk ederek çağrımıza açıkça yanıt vermelerini bekliyoruz. Şayet doyurucu ve ikna edici sebepler ileri sürülemez ise, veyahut bu sebepler büyük devrimci dinamik şahsında kabul görmez, birliğin önünde haklı engel olarak görülmezler ise, bu durumda birliğin önüne dikilen direncin bencil kaygılarla hareket ettiğini söylemek durumunda olacağız. 

Zira biz, yaklaşık olarak bildiğimiz ve öngördüğümüz gerekçelerin esasta zorlama olduğunu, olmasa bile bunların aşılmaz olmadığını ileri sürüyoruz. Tersini savunanlar olmazlığı izah etmekle mükelleftir. 

Örneğin genel toplantı sonuç bildirgesini yayınlayan yoldaşlar, bu bildirgede beyan edilen yeni tahlil-tespitlerden sonra birliğin önünde ne gibi engeller olduğunu düşünmekte, engel gördükleri gerekçeleri nasıl açıklamaktadırlar? Bunu bilmek hakkımızdır, bilmek isteriz. Toplantınızın sonuç bildirgesinde yer alan ideolojik-siyasal tabloda öne çıkan farklı değerlendirmeler elbette bir farklılığı işaret ederler ancak bunlar birlik için yürütülecek tartışmaya engel değildir. Biz engel görmüyoruz, mevcut zemininizle esasta uyuşuyoruz. Geri kalan ise bir tartışma ve süreç işidir o kadar. 

Öyleyse sizin için sorun nedir? Birliğe sırt dönmenizi gerektiren aramızdaki farklılıkları sizler lehine yorumluyor, tartışarak sonuca gitmeyi öneriyoruz. “Bunları tartışmadan kabul edin” diyorsanız ve gerçekten diyecekseniz, buna söyleyecek fazla bir sözümüz yoktur…

Ya birliği savunuyoruz ya da savunmuyoruz! Net ve berrak olmak ihtiyaçla yeğdir. Bunda bocalamanın, sağa-sola eğip bükmenin gereği de, yeri de yoktur… Uyanıp dünyaya bakmakta fevkalade fayda var. Dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz ve ne yapıyoruz? Gözbebeği gibi sakındığımız parti-örgütümüzü düşünürken, en az o kadar ve kuşkusuz ki, esasta devrimi ve devrime muhtaç olan yoksul dünya halklarını da düşünmeliyiz…







 






2_SiyasetBirlikte Yol Almak İçin Proleter Devrimci İnisiyatifin Geliştirilmesi İhtiyaçtır!…  Bakış Can_ 11Aralık2024

Birlik muhataplarının ve her kesimden birliği savunan dinamiklerin inisiyatif alarak sürükleyici bir rol sergilemesi tarihsel bir zorunluluk ve görevdir. Çünkü birliğin çıkarları örgüt ve grupların çıkarlarının üstünde genel devrimin çıkarları düzeyinde önemli ve önceliklidir. Devrimin çıkarları, proletarya ve halkın çıkarlarında karşılık bulur ki, bu, parti, örgüt ve grup çıkarlarının üstündedir.

İdeolojik-siyasi-örgütsel kökeni aynı kuruluş perçiniyle tek dokuya dayansa da, doğuşundan uzun yıllar sonraki tarihsel kesitlerde farklı örgütsel yapılara ayrılarak mücadele varlıklarını sürdüren parti/örgütler arasında da olsa, örgütsel birliğin başarılarak gerçekleştirilmesi kolay değil, ciddiyetine bağlı oranda zordur. Zira birlik alelade bir iş değil, tamı tamına çetin bir mücadele süreci, ciddi bir sorumluluk gerektiren hayati öneme haiz stratejik bir meseledir. Tarihsel tecrübeler ve bu tecrübeyi destekleyen özgülümüzdeki somut birlik süreçleri, birliğin büyük bir dava olma tabiatına koşut olarak proleter devrimcilerin stratejik bir gündemini oluştururken, örgütsel birliğin zorlu bir süreç olduğu kadar öneminin de tam olarak kavranmadığı, birliğin önüne çıkarılan zoraki engellerde kendini göstermekte. Muhatap güçlerde (bu güçlere bizlerin de dahil olduğunu söylemeye gerek yok sanırız) genel talebe dönüşmüş olmasına rağmen, bu talebin görmezden gelinerek birliğin adeta bir korkuya dönüştürülmesine de tanık olmaktayız. Birlik ne korkulacak kötü bir şey ne de kaçılacak bir tuzak değildir. Bilakis, uğruna ter dökülmesi gereken tarihi bir sorumluluktur.

 

Birlik mücadelesi aksatılamaz

 

Her mücadele gibi, birlik mücadelesi de zorluklarla dolu, zorlu bir süreçtir. Zora aday olmak ve zoru başarmak devrimci prensiptir; bu, proleter devrimciler açısından hem ihtiyaç hem de bilinçli bir tercihtir. O halde birliğin ya da birlik mücadelesinin nispeten uzun vadeli çetin bir mücadele sürecine yayılması anlaşılır bir durum olarak görülebilir. Fakat bu, birliğin iradi tutumla belirsiz bir sürece ertelenip kendiliğindenciliğe terk edilmesini haklamaz. Acelecilik veya aceleye getirmek yanlış ama acele etmek gerekli ve doğrudur. Yani oldu-bittiye getirmek doğru, sırt üstü yatıp beklemek yanlıştır. Bütün bunlar birlik bilinci ve birlik hakkında sorumluluk duymakla alakalıdır…

 

Bıkmadan tekrar edilmesinde fayda var ki, birlik mücadelesinde samimi ve ısrarlıyız; ısrarlı olmaya devam edecek, kararlılığımızı başarıya kadar sürdüreceğiz. Devrimci kaygı ve sorumluluk bilinciyle biçimlenen birlik ısrarımız nasıl yorumlanırsa yorumlansın, birlik tavrımızdan ödün vermeyecek, birlik karşıtı anlayışlara rağmen (ve bunları deşifre eden) kesintisiz propagandayla birlik mücadelesini sürdüreceğiz. Çünkü birliği sorumluluğumuz olarak görüyor, birliğin gerçekleştirilmesinden tam sorumluluk duyuyoruz. Ve çünkü birliğin ve birlik için mücadelenin aksatılamaz bir görev, zorunlu bir mücadele ve kaçınılmaz bir süreç olarak eğilmemiz gereken devrimin temel sorunlarından biri olduğunu düşünüyoruz…

 

Birlik sorumluluğu veya birlikten sorumluluk duymak ne demektir? İdeolojik-siyasal zeminde gerçekleşmesi mümkün olan birliğin ertelenmeden bir an önce gerçekleşmesi için çaba sarf etmek ve bizzat birliği gerçekleştirmek üzere mücadele etmek demektir. Birlik davasına kayıtsız kalmamak ve birlik uğruna gösterilen çabayı saygıyla karşılayıp desteklemek demektir. Devrimin ve komünist mirasa dayanan partinin gelişip güçlenmesini temel kaygı olarak tasa etmektir. Muhatap güçler arasında birliğin sağlanması çabası, muhatap güçlerin dağınıklığını gidermeyi dert edinmektir. Tarihsel miras ve geleneğimizin edilgenliğinden acı duymalı, sindirmemeli, hazmetmemeliyiz. İkinci olarak; hem dünya halkları ve mazlum ulusları, hem de coğrafyamız proletaryası ve halkları büyük bir tehdit altında olmakla birlikte, büyük baskılar altında acı çekmekte, en iyimseriyle açlık ve sefalet içindedir; bu duruma karşı sorumluluk duyuyoruz/duymalıyız. Üçüncü olarak; tasfiyeci sürece maruz kalıp günbegün eriyen/gerileyen proleter devrimci güçlerin tasfiyeci saldırıya karşı güçlenip direnç göstermesi için bu güçlerin birliğini sağlama perspektifi ve kaygısı taşınmak durumundadır. Gerçeklik bu aleniyetteyken yerinde durmak diye bir şey de yoktur; ilerlemiyorsan, o zaman geriliyorsundur. En azından şu kesin ki, gerilemiyorsak bile, ilerlemiyoruz; ilerlediğimiz söylenemez. Bundan sorumluluk duymak ve sorumluluklarımıza uygun pratik davranışa girmek zorunludur. Bütün bunlar birliği öncelemeyi, birlik mücadelesini hızlandırmayı ve başarıya ulaştırma perspektifiyle ısrar etmeyi gerektirir…

 

Birlik tali ve taktik göreve indirgenemez

 

Ne yazık ki, bugün berrak bilinçle birlik sorumluluğu taşıyan dinamiklerin zayıf kaldığı veya yetersiz olduğu anlaşılmaktadır. Bu dinamiğin geliştirilerek güçlendirilmesi, sağlam bir bilinç ve kararlı bir mücadele zemininde her yoldaş tarafından görev ve amaç edinilmelidir ki, bu, salt birlik karşısındaki yükümlülük değil, tarihsel devrimci sorumluluktur. Ve kuşkusuz ki, birliğin önündeki geri direnç ve anlayışların ikna edilerek dönüştürülmesi ve sığ bakış açısının dar koridorlarında birliğin önüne koyulmuş engellerin kaldırılarak yolun açılması, sadece birlik görevi ve perspektifi bakımından anlamlı değil, ertelenemez devrimci ihtiyaç bakımından anlamlı ve çok daha önemlidir.

 

Bugün birliğin önündeki temel engellerden birinin, dar grupçu anlayış olduğu açıkça görülüp anlaşılmaktadır. Bu anlayıştan kaynaklanan önyargılı yaklaşım da birliğe mesafe koyan somut engeldir. Bu durumda, birliğin önünün açılması için, muhatap güçlerin (bu güçler bizi de dahil eder) bünyesinde yer bulan dar grupçu anlayışın ve kendisine kalkan ettiği anlamsız kaygı ya da basit-bencil hesaba dayalı yapay gerekçelerin, devrimin ve halkın büyük çıkarları perspektifiyle silinip süpürülmesi gerekmektedir. Geriyle uzlaşmak devrimci bilinç ve irade açısından ilkesel hatadır. Zira, birlik aceleye getirilecek kadar alelade bir süreç olmasa da tali ve taktik bir sorun derekesine indirgenerek kendiliğindenciliğe terk edilecek “olmasa da olur” kabilinde basit bir istek de değildir. Her bakımdan devrimci talep olarak öne çıkan, somut süreç ve mücadelenin yakıcı ihtiyacı haline gelen birliğin, devrimci sonuçları açısından ivedilikle değerlendirilip somut rotaya oturtulması gerekmektedir. Bu süreçte birliği savunan tüm dinamikler birliğin ilerletilmesi adına görev almalı, birlik adımlarının atılmasını zorlamalıdırlar…

 

Birliğin önemini idrak eden her devrimci ve komünist etkin savunuya geçmelidir

 

Birlik muhataplarının ve her kesimden birliği savunan dinamiklerin inisiyatif alarak sürükleyici bir rol sergilemesi tarihsel bir zorunluluk ve görevdir. Çünkü birliğin çıkarları örgüt ve grupların çıkarlarının üstünde genel devrimin çıkarları düzeyinde önemli ve önceliklidir. Devrimin çıkarları, proletarya ve halkın çıkarlarında karşılık bulur ki, bu, parti, örgüt ve grup çıkarlarının üstündedir. Grup kaygısı ve çıkarları gözetmeksizin büyük devrimci inisiyatifin oluşturulması hem birliğin ilerletilmesi ve hem de devrimci kazanımların sağlanması için önemli sonuçlar yaratabilir. Hiç şüphesiz ki, bu inisiyatif her kesimden muhatap yapı ve bu yapılardan birlik savunucusu yoldaşlar tarafından oluşturulmalıdır. Demokratik mekanizma ve meşru irade dışında tasavvur edemeyeceğimiz bu inisiyatif asla bir anarşizm ve başı bozuklukla ele alınamaz, alınmamalıdır. Lakin bu inisiyatifin oluşturulması için muhatap yapıların üstünde basınç kurularak zorlanmaları şarttır. Ve bu, demokratik süreç ve meşru mekanizmalar zemininde gerçekleştirilmek durumundadır; gerçekleştirilebilir, gerçekleştirilmelidir. Bu inisiyatifin oluşturulması için harekete geçecek dinamik, şayet yapı tarafından temsil edilip sağlanmayacaksa, bu durumda birlikçi iradenin ait olduğu yapıyı demokratik ve meşru mekanizma platformlarında tartışmaya davet etmesi, irade-eylem birliğini zedelemeden ve demokratik-merkeziyetçi yapının mümkün kıldığı oranda zorlaması doğru olacaktır…

 

İlgili her muhatap ‘’neden birlikçi, neden değil’’ sorusunu, açığa çıkan devrimci talep karşısında açıklamak ve geniş talebe dönüşmüş birlik sorularına yanıt vermek durumundadır. Ne birliğin ‘’kaderi’’ ne de devrimci gelişme ve mücadelenin ‘’kaderi’’ kayıtsızlığa terk edilemez, birlik karşıtı kastçı dar grupçu bencil hesaplara hiç bırakılamaz…

 

Demokrasiyi en geniş biçimde uygulayan ilgili gelenek güçlerinin saflarında birlik inisiyatifi lehine belli bir özgürlük rüzgarı estirmesi ya da bu talebe alan açması hem ihtiyaçtır hem de doğrudur. Ciddi bir talebe dönüşerek heyecanla yükselen birlik cereyanına göz kapamak yerine, onu dikkate almaktır sorumluluk. Çünkü birlik büyük bir istem, duygu ve dalga olarak gelişmekte, devrimci gelişmelere katkı sunacak özgün bir dinamiktir. Gelişmenin hiçbir zemini ihmal edilmemeli, bilakis en küçük dinamiği ciddiyetle değerlendirilmelidir…

 

Birlik karşıtı katı tutumlara tahammülümüz yoktur

 

Hemen söyleyelim ki, birlikle ilgili yazılı-sözlü dile getirdiğimiz görüşler birlik anlayışını derli toplu ortaya koyma ve bu anlamda bugüne kadar etraflı olarak kamuoyuna açıklanmış olan genel anlayışımızı tekrar etme amacı gütmemektedir. Bu bağlamda, yazılarımız bu zaviyeden olmak kaydıyla noksan görülebilir ki, zaten mevcut yazıların amacı birlik anlayışını bütünlüklü ortaya koyma olmadığı için bu eksikliği taşır/taşımaktadır. Yazılarımızın amacı birlik tartışmasını gündemde tutarak ve elbette birlik karşıtı fikrin yanlışlığını/olumsuzluğunu ortaya koyarak bu fikre karşı bir tutum almaktır. Dolayısıyla yazıların bu bakış açısıyla değerlendirilmesi daha adil ve objektif olacaktır. Daha da önemlisi, birlikle ilgili yazılar hakkında veya birlik tartışmalar hakkında fikirler ileri sürüp eleştiri yürütürken, yazıların veya birlik tartışmalarının içeriğine dönük görüşler ortaya koyulmalıdır. Meselenin özüne dair konuşmayıp, sadece işin biçimiyle, tartışmanın etiğiyle, yazım tekniğiyle vb. ilgilenmek objektif olarak birlik tartışmasını manipüle etmektir. Yöntem yanlış olsun, tarz kaba olsun ve isterse de tartışma kültürü hatalı olsun ve hatta etik açıdan sorunlu olsun, bütün bunlara rağmen meselenin özüyle ilgilenmek ve içerikle ilgili fikir yürütmek esas alınmalıdır.

 

Açık söyleyelim, birlik karşıtı tutuma, özellikle de zorlama ve soyut gerekçelere dayanan birlik karşıtı tutum (lar)a tahammülümüz geniş değil, bu saatten itibaren olmamalıdır da. Birliği geri yaklaşımlara feda etme lüksümüz yok, kimsenin de olmamalıdır. Çünkü parçalı, dağınık ve zayıf geçen her gün devrimcilerin aleyhine işlemekte, halkın umutlarına ve menfaatlerine zarar vermektedir. Dolayısıyla yazılarımızın, olur da yöntem sorunları barındırması, biçim meselelerini göz ardı etmesi durumu birlik çabalarına düğüm vurmaya gerekçe yapılmamalı, ana çaba gölgelenmemelidir. Biçimin tadilatına süreçler imkân verebilir ama özün tahribatı ölümcüldür; bunun bilinciyle iletişimi inşa etmeliyiz.

https://gazetepatika22.com/birlikte-yol-almak-icin-proleter-devrimci-inisiyatifin-gelistirilmesi-ihtiyactir-160799.html 

 

 

 

 


 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)