Suriye’deki son operasyon neyin ve kimin operasyonu?
Oldukça uzun bir süredir Suriye Rejimine karşı atıl durumda
bekleyen “Rejim Muhalifi Güçler” olarak tanımlanan ve esasen, başta CİA,
MOSSAD, MI6 ve MİT tarafından organize ve finanse edilen, ağırlıklı bölümünü
cihatçıların oluşturduğu paramiliter-milis güçler, iç güç dengelerinde kayda değer ölçekte büyük
değişikliklerin de yaşanmadığı bir süreçte (elbette Hizbullah’a bağlı
güçlerinin önemlice bir bölümünün Lübnan’a çekilmesi ve Rusya’nın eskisi kadar
aktif olamaması gibi etmenler, saldırganlar açısından kısmen avantajlı bir
ortam oluşturuyor olsa da) adeta “sürpriz” bir şekilde, 27 Kasım 2024 tarihinde
güçlü bir atak ile karşı saldırıya geçtiler.
Yani ortaklaşan genel kanı, bu operasyonun doğrudan söz
konusu “Rejim Muhalifi Güçlerin” kendi inisiyatifleriyle başlattıkları bir
operasyon olmadığıdır. Bu, doğru bir çıkarsamadır.
Fakat gerek CİA-Pentagon ve gerekse MOSAT- İsrail ikilisinin
böyle bir bu operasyonu başlatmaları ancak ki BOP stratejisinin bir ön hamlesi
olması halinde bir anlam ve mantığı olabilir. Gelinen aşama itibariyle BOP
stratejisinin doğrudan yönelimi ancak ki İran veya İran eksenli olabilirdi.
Mevcut koşullarda, Suriye Rejiminin İran’a kalkan veya bir ön mevzi, keza
İsrail için doğrudan güçlü bir tehdit odağı olmadığı bir durumda, Suriye Rejiminin
devrilmesi bunlar için neden öncelikli, acil bir hedef olsun ki? Bunun bir
mantığı da yok gibi… Dikkat edilirse İsrail bile, doğrudan kendisinin Suriye’ye
düzenlediği son aylarda ki operasyonlarda Rejim güçlerini değil; sadece İran
güçlerini hedef alıyordu.
Dolayısıyla da doğrudan İran bağlantılı olmayan böylesi bir
operasyonun, verili süreçte bu ikilinin direktifiyle yapılıyor olduğunun kabul
edilebilir bir gerekçesi yok görünüyor.
Bu operasyon doğrudan
Türk Devleti’nin operasyonu mudur?
Bu operasyonun arkasında Türk Devleti’nin olması, Yeni
Osmanlıcı ve Misak-ı Milli sevdalısı zihniyet açısından, pekâlâ olası aslında.
Oluşan “otorite boşluğunu”, “fırsatı ganimete çevirme” hesabıyla değerlendirmek
ister elbet. Hatta bunun için bin takla bile atabilir. Ancak “kurtlar sofrası”
olan bu sahada bu pek öyle kolay olmasa gerek… Lokal bir hamle olsa, geçmişte
yapıldığı gibi, belki karşılıklı bazı “al-ver” hesapları ile göz yumulabilir.
Fakat Suriye’nin tamamını kapsayan böylesi bir operasyona Türkiye’nin tek
başına cüret etmesi, boyunu aşan bir macera olur ki bunu da asla göze alacak
durumda değil. Hele ki Rusya’yı cepheden karşısına almayı gerektiren böylesi
bir çılgınlığa kalkışması, konjonktürel olarak pek akıl kârı olarak görülemez.
O halde bu operasyon
neyin operasyonu?
Şu artık net olarak anlaşılmıştır ki bu operasyon, doğrudan
BOP kapsamında ön görülen bir askeri hamle değil; tamamen Ukrayna’daki büyük
kapışmanın yeni cephesi olarak tezgahlanmış bir operasyondur. Yani Rusya’nın
Akdeniz’den de kuşatılmasını içeren bir hamledir bu.
Bilindiği gibi Suriye
hem Rusya’nın Ortadoğu’daki önemli stratejik üslerindendir ve ama daha da
önemlisi hem de Akdeniz’e açılan kapısıdır. Dolayısıyla da bu operasyonu,
Rusya’nın Ukrayna sahasında başta İngiltere olmak üzere NATO’ya çektiği
“restin”, esaslı bir karşı hamlesi olarak değerlendirmek gerekiyor ki olguların
işaret ettiği realite de budur.
Bu operasyon esasta,
emperyalist İngiltere Devleti’nin baş rolde olduğu bir operasyondur
“Rusya-Ukrayna savaşı” olarak lanse edilen savaş aslında her
ne kadar da Rusya-NATO savaşı olsa da ama bunun yanı sıra, ta en başından
itibaren bir o kadar da Rusya-İngiltere savaşı özel boyutu taşıdığı da bir
gerçektir... Hatırlanacağı gibi savaşı sonlandırmak için İstanbul’da varılan
anlaşmayı son anda engelleyenin İngiltere olduğu, daha sonra basına yansıyan
itiraflarla sabittir. Keza yeni ABD Başkanı seçilen Donald Trump’ın Ukrayna
savaşını bitireceğine dair vaatleri üzerine İngiltere’nin buna itiraz ettiği ve
alternatif yol arayışlarına girdiği ve Fransa ile ortak bir ordu kurmayı
tasarladıkları ve Trump’a rağmen bu savaşın Rusya’nın yenilgisiyle sonuçlanması
için ne gerekiyorsa onun yapılacağını açık beyanlarla kamuoyuna duyurdukları da
bir gerçektir. Dolayısıyla da Rusya’ya açılan NATO savaşının gelinen aşamadaki
fiili liderliğinin doğrudan İngiltere tarafından ele geçirildiği rahatlıkla
söylenebilir.
Trump’ın, Rusya’nın kesin yenilgiye uğratılmasını ön gören
NATO stratejisini akamete uğratacak olması sebebiyle, başta İngiltere olmak
üzere diğer Batı Avrupalı emperyalist devletlerinin; “Rusya Ukrayna’yla
yetinmez, Avrupa’ya saldırır” manipülasyonu ardında sıraya girerek, Macron’un
dillendirdiği; “Rusya saldırmadan biz saldıralım” motivasyonu ile gard almaya
çalıştıkları da bir giz değil.
Uzun menzilli NATO füzelerinin Rusya’ya karşı kullanılması
kararının ardında ki etkili baskın güç de kamuoyuna yansıdığı kadarıyla yine
doğrudan İngiltere’dir. Bilinen bir olgudur ki zaten öteden beri ABD’nin “devlet
aklının” şekillenmesinde İngiltere etkin bir rol sahibidir.
İngiltere ile Rusya arasında ki düşmanlığın köklü bir tarihi
geçmişi de göz önünde bulundurulursa; neden çıkan (ve aslında bilinçli bir
provokasyon ile çıkması sağlanan) bu savaş ortamından yararlanarak, özel bir
gayretkeşlikle, büyük ve ezeli rakibi olmaya devam eden Rusya’yı yenilgiye
uğratmaya kilitlendiği de daha rahat anlaşılabilir.
İşte tüm bu arka plan nedenler göz önünde bulundurulursa;
Rusya’nın son saldırılar ardından doğrudan İngiltere’yi açık hedef gösterip,
kıtalar arası füzelerle tehdit etmesinin hemen sonrasında Suriye’deki bu
operasyonun başlatılmış olmasının mantığı daha bir yerli yerine oturacaktır.
Bu operasyonda Türkiye gerçek anlamda bir taşeron güç olarak
konumlandırılmıştır
Bir süreden beridir Rusya ve ABD’ye karşı İngiltere’nin
Türkiye’nin hamiliğine soyunduğu ve Türkiye’nin de bu “koruyucu meleğine”,
denize düşenin yılana sarılması misalinde olduğu gibi sarıldığı, herkesin
malumu olsa gerek.
Her şeyin bir karşılığı vardır: Hamilik karşılığında, daha
dün el uzatmak istediği Esad’ı devirmeyi amaçlayan ve Suriye’yi Rusya’nın
elinden alarak, Rusya’yı Akdeniz’e açılan kapısından mahrum bırakma
operasyonunda aktif olarak yer alma görevi verilmiştir. Bu görev karşılığında,
sahadaki olgulardan öyle anlaşılıyor ki belli ölçülerde kendi alt emperyal
amaçlarına uygun davranma serbestisi de tanınmış: Hem alt taşeronlarla
oluşturulacak “yeni Suriye”, en azından bir süreliğine Türkiye’nin hamiliğine
emanet edilecek ve hem de Türkiye doğrudan işgal-ilhak yoluyla, Misak-ı Milli
sınırları içinde saydıkları yerleri kendi sınırlarına katma avantajına
kavuşacak.
Türk Devleti
açısından bu genişleme operasyonu aynı zamanda Kürtler karşısında ikili bir
opsiyonla davranma imkânı sunuyor: Ya gönüllü olarak Misak-ı Milli’ye dahil
olursunuz ya da topraklarınızı işgal ve ilhak ederek, bunu zor yoluyla yaparım.
Verili süreçte Türk
Devleti’nin bu oldu-bitti korsanlığına, başta ABD olmak üzere, batılı
emperyalist güçlerin de özel olarak İsrail’in de ciddi bir itirazı
olmayacaktır. Çünkü nihayetinde stratejik çıkarlarına ters bir durum
oluşturmuyor olacaktır Türk Devleti’nin bu tutumu.
Gelişmelerin seyrinin hangi yönde olacağını esasta Rusya,
İran ve Suriye Devleti’nin geliştireceği direniş belirleyecektir. Toparlanmayı
başarıp, ezebilirlerse söz konusu karşı saldırıyı, bir mola verme durumu
oluşabilir belki. Yani mevcut statüko bir süreliğine daha varlığını sürdürme
fırsatına kavuşabilecektir.