Türkiye’de Demokratik Halk Devrimi’nin Yolu Rojava’dan Geçiyor!
Sınırların iki yakasında yaşanan olguların birbirleri ile olan diyalektik
bağları Ortadoğu coğrafyasında daha güçlüdür. Ortadoğu’nun gerçekliği,
Rojava’nın işgal edilmesi ve ortaya konan direnişle Türkiye’de süren sınıf
mücadelesi arasında daha sıkı bir diyalektik bağı karşımıza çıkarmaktadır. Bu
durum Proletarya Partisi’nin ortaya koyduğu “Ortadoğululaşma” perspektifinin ne
denli önem kazandığını da göstermektedir.
Giriş____Sınıf
mücadelesinin seyri içinde Ortadoğu coğrafyası, son yüzyılın en çok üzerinde
hesap yapılan yeri olmuştur. Petrol ve doğalgaz zenginliğiyle birlikte ticari
ulaşım hatlarının önemli kesiminin bu coğrafyadan geçmesi, emperyalistlerin
yönünü bu coğrafyaya çevirmiştir.
Yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip olmanın yanısıra
diğer emperyal güçleri de kontrol altında tutma politikasının uğrak yeri yine
burasıdır. Mezopotamya ve Anadolu’dan Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadası’ndan,
İran ve Orta Asya coğrafyasına kadar geniş bir etki alanı mevcuttur. Bir yandan
hammadde zengini, diğer yandan kara, deniz ve havayollarının geçiş hatları
bakımından oldukça elverişli bir bölgedir Ortadoğu.
İnsanlık tarihi boyunca kurulan birçok uygarlıktan günümüze
binlerce yıllık geçmişi olan bu kadim toprakların halkları arasında birlikte
yaşam ve birbirinden kaçış, savaş ve barış hep bir arada var olagelmiştir.
Kadim halkların birbirleriyle olan savaşları, etnik, dini ve ulusal çelişkiler,
günümüzde farklı bi- Partizan/6 çimleriyle kendisini var etmektedir. Bu
çelişmelerin varlığı, halklar arasında birlikte yaşam olanaklarını sekteye
uğratırken, mevcut çelişkiler emperyalistler tarafından kendi çıkar amaçları
için kullanılmaktadır. Tarihsel çelişkilerin varlığına ve emperyalistlerin
bunları kullanmak istemelerine rağmen halkların isyanı ve örgütlenmeleri de o
denli eskiye tekabül etmekte, haksızlığa karşı arayışlar sürgit devam
etmektedir.
Günümüzde Ortadoğu’da haklı isyan temelinde başkaldırı
gerçekleştiren Kürt ve Filistin ulusları, bu coğrafyadan dünya ezilen
halklarına umudu ve mücadeleyi vaat etmeye devam ediyorlar. Özellikle Kürt
ulusunun son 50 yılda ortaya koyduğu ulusal özgürlük mücadelesi, yüzyıl önce
gerçekleşen parçalanmışlığa bir meydan okuma olmuştur.
Nedir ki, parçalara bölünen Kürdistan’ın dört parçada da
kendisini ulusal temelde örgütlemesi engellenememiş, daha da ötesinde
Suriye’nin kuzey ve doğusunda Kürtler, özerk ve demokratik bir sistemin
oluşmasına öncülük etmiştir. Yakalanan ulusal bilinç, Kürt Federe Devleti’nde
referandum ile bağımsızlık istemini gündeme getirirken, TC faşist devletinin
baş edemediği muazzam bir gerilla savaşının verilmesine neden olmuştur.
Özellikle Kürt ulusunun ulusal-devrimci çizgide 40 yılı
aşkın süredir yürüttüğü özgürlük mücadelesi, Ortadoğu coğrafyasının yanısıra,
enternasyonal alanda da ciddi etkilere sahiptir. Büyük bedeller ödenerek
yaratılan bu mücadelenin ürünü olarak yeşeren Rojava Devrimi, faşist ve gerici
ülkelerin orta yerinde demokratik kazanımlar yaratarak Ortadoğu halklarının
istemlerine önemli oranda tercüman olmuştur.
Yüzyıl önce Sykes-Picot Antlaşması ile Kürdistan’ı dört
parçaya bölen sınırların Kürt ulusu nezdinde bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır.
Dört parçada oluşan örgütlülük hali, sınırları altüst ederken bu sınırlara
yeniden düzen vermek isteyen bölgenin uşak devletleri ne pahasına olursa olsun
yeni bir SykesPicot ile Kürdistan’da oluşan fiili statüyü işlevsiz kılmanın
arayışları içindedir. Bu başarılamadığı anda kendi iç krizleri tetiklenecek,
iktidarları sarsılacak, yönetememe hali artarak devam edecektir. Sınırların iki
yakasında yaşanan olguların birbirleri ile olan diyalektik bağları Ortadoğu
coğrafyasında daha güçlüdür. Ortadoğu’nun gerçekliği, Rojava’nın işgal edilmesi
ve ortaya konan direnişle Türkiye’de süren sınıf mücadelesi arasında daha sıkı
bir diyalektik bağı karşımıza çıkarmaktadır.
Bu durum Proletarya
Partisi’nin 1. Kongre’sinde ortaya koyduğu “Ortadoğululaşma” perspektifinin ne
denli önem kazandığını da göstermektedir. İşçi ve emekçilerin, ezilen
halkların, kadınların ve LGBTİ+’ların, halk gençliğinin kurtuluşunun Demokratik
Halk Devrimi ile sağlanması bölge halklarına da önemli oranda umut ve cesaret
verecektir.
“Arap Baharı” denilen isyan hareketi, Ortadoğu’da halkların
asla isyan etmeyeceğini dile getiren “küçük burjuva” düşünceleri yerle yeksan
etmişti. Devrimci önderlikten yoksun olan bu isyan silsilesi, emperyalistler ve
bölge gericiliğinin müdahalesi sonucu IŞİD gibi insanlık düşmanı bir örgütün
ortaya çıkmasına neden olurken, buna karşı yine halkların ortak mücadelesi,
Suriye Demokratik Güçleri’nde (QSD) kendisini var etmişti. Bugün de bu isyanlar
Sudan’da, Lübnan’da, Irak’ta, İran’da kendisini yine dışa vurmakta, ezilenler
kendilerine dayatılan köleliği kabul etmemektedirler.
Bu isyanların bir başka emperyalist kutup tarafından kendi
çıkar amaçları için kullanılmak istemesi, isyanların haklı zeminini asla
zedeleyemez. İhtiyaç olan devrimci ve komünist önderliğin oldukça zayıf olması,
problemin odak noktasını oluşturmaktadır. Nerede bir haksızlık ve zulüm varsa
orada direnişin veya isyanların olması sınıf mücadelesinin doğası gereğidir. Dolayısıyla
dünyada ve özellikle Ortadoğu’da devrimci durum, devrimin objektif koşulları
vardır.
Sorun subjektif koşulları yani proleter öncüyü inşa etmek,
safları daha üst boyutta savaş içinde yeniden sıraya dizmekte düğümlenmektedir.
Kürt ve Arap ulusları ile Hıristiyan ve Müslüman halklar arasındaki derin
çelişkiler Rojava Devrimi süresince bir nebze de olsa giderilebilmiştir. Kadın
mücadelesi YPJ ile en ileri sürecini yine bu topraklarda yaşamıştır. Bu
kazanımların gelişmesiyle emperyalistlerin en büyük kozları ellerinden
alınacağı için, Rojava’nın işgal edilme planına tüm emperyalist güçler rıza
göstermişlerdir. Bu noktanın özellikle altını çizmek gerekir.
Kimi sosyal şoven
yaklaşımlar, bölgedeki emperyalist güçlerin varlığından hareketle, buradaki
mücadeleye burun kıvırmışlar, Rojava Devrimi’nin bir devrim olmadığına dair
sayfalar dolusu tahliller yapmışlardır. Gelinen aşamada ise emperyalistlerin ve
bölge gericiliğinin Rojava’da devrimle kurulmaya çalışılan sistemle
uyuşmadıkları, aralarında kan uyuşmazlığı olduğu, pratikte işgal süreciyle,
saldırılarla net olarak görülmüştür.
Rojava, Ortadoğu coğrafyasında, emperyalist ve faşist
kuşatma altında, her türlü gericiliğe karşı demokratik bir mevzi olarak ortaya
çıkmıştır. Bu nokta iyi anlaşılmalıdır. Rojava Devrimi büyük bedeller ödenerek
elde edildi. 11 bin şehit ve 20 binden fazla gazisi ile bu topraklar
özgürleştirilebildi. Sekiz yıldır Rojava/Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi
örgütlenmekte ve halkın kendi kendini yönetebileceğini ispatlamaya çalışmaktadır.
Ancak unutulmamalıdır, bu süreç savaş haliyle birlikte
sürdürülmüştür. Halk, bir yandan Devrim’i içselleştirme gayretindeyken diğer
yandan TC ve DAİŞ tehlikesinin sürekli varlığı ile birlikte yaşamak durumunda
kalmıştır. Emperyalist dalaş, 9 Ekim günü kendisini TC ve çetelerin ortak
işgali şeklinde gösterirken, Rojava toprakları emperyalistlerin üzerinde
tepindikleri bir toprak parçası haline getirilmek istenmektedir.
Kendi topraklarında çıkan petrolden faydalanamayan,
üretimini tam olarak gerçekleştiremeyen, altyapı çalışmalarını yerine
getiremeyen ve ancak savaşa sürekli hazır olma hali ile yaşamaya çalışan Rojava
halkı, yeni durumda TC’nin işgalinin sonuçlarına da katlanmak zorunda
kalmaktadır.
Bu durum, Rojava’nın gelişimini sekteye uğratırken, faşist
işgale karşı emperyalistlerin “umut” olarak görülmesini tetikleyen bir faktör
olmaktadır. 1. İşgale Karşı Direniş Savaşının Karakteri Rus emperyalizminin
bölgede giderek büyüyen hegemonyası, enerji ve geçiş hatları üzerinde
genişleyen nüfuzu; esas rakibi ABD emperyalizmini sürekli artan/değişen
hamlelere zorunlu kılmaktadır.
ABD emperyalizmi kendisıkışmışlığı içerisinde çareyi
besleyip büyüttüğü çeteler üzerinden kaosu derinleştirmekte ararken, genel
olarak vekalet savaşları olarak tariflenen bu durum; emperyalistlerle, onların
genel ve özel çıkarları ile doğrudan ilintilidir. Çeteler ve bölgesel milis
güçleri üzerinden sürdürülen savaşların, emperyalizmle olan bağını bölge
halkları üzerinde gölgeleyen/perdeleyen bir yanı da vardır. Ortadoğu halkları,
yerel-bölgesel zorbalara karşı emperyalistlerin kanlı merhametine mahkum
bırakılmaktadır.
Mevzu bahis emperyalist güçler, geniş halk yığınları
nezdinde yanılsamalı şekilde kurtarıcı olarak görülebilmektedir. Bunun esas
nedeni, bölgede anti-emperyalist bir duruşu ortaya koyabilecek devrimci ve
komünist hareketin zayıf olmasıdır ki, anti-emperyalist bilinci yaratacak ve
ona öncülük edecek devrimci ve komünist hareketin kendisidir. Burada
vurgulanmak istenen de esas olarak bölgede sürgit devam eden savaşların, işgal
ve katliamların kumanda merkezinde emperyalistlerin bulunduğudur. Bölgedeki
savaş ve kaosun yaratıcısı emperyalizmdir.
Bu nedenle, işgal saldırıları karşısında konumlanmanın
anti-emperyalist bir karakteri vardır. Bölgede emperyalizmin izni-bilgisi
dahilinde olmayan tek bir saldırı yoktur. Faşist Türk devletinin Rojava’yı
işgal-ilhak saldırısı da özellikle ABD ve Rus emperyalist güçlerinin bilgisi ve
onayı dahilindedir. Meselenin özünde çok uluslu emperyalist tekellerin
çıkarları yatmaktadır. Bu açıdan Türk devletinin işgal saldırısına karşı
verilen savaş aynı zamanda emperyalizme karşı verilen bir savaştır.
Bu, savaşın anti-emperyalist karakterini bizlere
göstermektedir. Önce DAİŞ çetelerine karşı, sonrasında faşist-ilhakçı TC
devletinin ÖSOSMO ve türevi çetelerinin Afrin işgaline karşı yürütülen direniş
savaşı ve en sonu yine Gire Spî’den başlayarak Serekaniye ile devam eden ve
Rojava’nın bütününü hedefleyen işgal saldırısına karşı, QSD öncülüğünde
yürütülen direniş savaşı devam etmektedir.
TC faşist devleti önce El Bab-Cerablus, ardından Afrin ve
son olarak “güvenli bölge” adı altında Gire Spî, Serekaniye hattının işgalini
doğrudan doğruya kendi askeri güçlerinisahaya sürerek yapmıştır. Esas olarak
karada DAİŞ artığı SMO çetelerini kullansa da arka planda faşist Türk ordusu
gerek askeri gerek teknolojik ve gerekse de lojistik olarak vardır. İşgal
saldırısı sadece askeri olarak da sürdürülmemekte, işgal edilen yerlere
kaymakam atamalarından, nüfus iskanına kadar bir dizi pratik hayata geçirilmektedir.
Dolayısıyla işgale
karşı savaş aynı zamanda TC faşizmine karşı savaştır. Bu da direniş savaşının
anti-faşist karakterini ortaya koymaktadır. Bu savaşa karakterini veren diğer
bir yan ise faşist TC devleti ve ona bağlı paralı cihadist çeteler tarafından
işgal edilen Rojava toprakları üzerinde yaşayan çeşitli milliyet ve inançlardan
halkın kendi topraklarını savunma savaşıdır. Bu savaşa niteliğini veren diğer
bir unsur bu anlamda yurtseverliktir, yurtsever-devrimci çizgide sürdürülen
direniş savaşıdır. İşgale karşı direniş savaşının bir diğer özelliği ise kadın
devrimi olmasından ileri gelmektedir.
Rojava Devrimi’yle
kadınlar önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Şimdiki işgal saldırısı, Rojava
Devrimi’nin kadınlar açısından kazanımlarının ortadan kaldırılmasına da
yöneliktir. Bu anlamıyla Rojava işgaline karşı direniş savaşı her türden
gericiliğe, feodalizme özellikle de ataerkiye karşı bir savaşımdır.
Bu direniş savaşının bir başka özelliği de patriarkaya karşı
savaşımdır. İşgal saldırıları karşısında Türkiyeli devrimci ve komünist parti
ve örgütler, dünyanın birçok yanından gelen enternasyonalist savaşçılar da
Rojava topraklarının savunulmasında aktif görev almaktadırlar.
Bugün bölge açısından sınıf ve ulusal kurtuluş mücadelesinin
nabzı ve kalbi Rojava’da atmaktadır. Bölgenin kaderi burada yurtseverlik
bilincinin büyütülmesi, sürdürülen direnişin başarısıyla doğrudan ilişkilidir.
Enternasyonal dayanışmanın en üst seviyede gösterilmesi,
direnişiçinde Enternasyonal Özgürlük Taburu’nun ön saflarda yer alması ve
direnişin enternasyonal çapta yarattığı yankı itibariyle savaşın
enternasyonalist karakteri de ortaya çıkmaktadır.
Faşist Türk devletinin Rojava işgal saldırısı, Kürt ulusunun
kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ni
bastırmak için girişilen bir soykırım hareketidir. Bu saldırının hedefinde
başta Kürt ulusu olmak üzere; Asuriler, Süryaniler, Ermeniler ve işgal
karşısında yurtsever çizgide konumlanan Araplar vb. bölgede yaşayan halklar
vardır. İşgal saldırılarının Kürt ulusal sorunu bağlamında Afrin’den başlayarak
bütün bir sınır hattı boyunca Kürtlerin yaşadığı topraklardan Suriye’nin
içlerine doğru sürülerek, işgal edilen hat boyunca Türkmen-Arap kemeri
oluşturma çabası; T. Kürdistanı, Kürdistan Federe Devleti ve Suriye Kürdistanı
arasında mevcut sınırlar arasındaki bağı koparmak, değiştirmek vardır. İşgal
saldırısı, yüzyıl önce çizilen ve Kürdistan’ı dört parçaya bölen Türkiye ve
Irak sınır hatlarında gerilla karşısında imha operasyonlarının devamı niteliğindedir.
İç içe geçen birçok
saldırı birbirini tamamlayan saldırılardır. Türk egemen sınıflarının geleneksel
aklı 2023’ten önce Kürt sorununu katliamlarla, soykırımla, sürgünlerle çözme
eğilimdedir. Ortaya çıkan ulusal bilinci dumura uğratma, örgütlülükleri dağıtma
amacındadır. T. Kürdistanı’ndaki köy, alan, bölge yasakları ile Rojava’da devam
eden işgal saldırısının neden ve hedefleri aynıdır. Ancak TC devletinin hesaba
katmadığı durum, Kürt ulusunun örgütlenme düzeyinin 100 yıl öncesine göre çok
daha ileri olduğudur. Birçok örgütlenmenin yanısıra yurtsever-devrimci çizgide
sergilenen direniş, TC’nin egemen güçlerini oldukça zora sokmaktadır.
Faşist Türk egemen sınıflarının içte yaşadığı kriz, kendi
aralarında yaşadıkları çelişkinin açık/gizli bir çatışmaya dönüşmesi, AKP/MHP
kliğinin halk kitleleri nezdinde her gün daha fazla teşhir olması, egemen
sınıfların yönetememe krizini derinleştirmiştir. Egemen sınıfların içte halk
kitlelerine vaat edebilecekleri hiçbir şey kalmamıştır. AKP/MHP iktidarı; hak
gasplarına, KHK, EYT, çevre talanı, kadınlara, LGBTİ+lara yönelik erkek/devlet
şiddetine karşı işçi ve emekçilerin, kadın ve LGBTİ+ların, çevrecilerin grev,
direniş vb. her türlü karşı koyuşunu polis şiddeti, gözaltı ve tutuklamalarla
bastırmaya çalışmaktadır.
Fakat kitlelerde mayalanan öfke patlamaları AKP/MHP
iktidarını alaşağı edecek düzeye her geçen gün daha fazla yaklaşmaktadır.
Kendileri açısından tehlikenin ve yaklaşan sonun farkına varan egemen sınıflar,
çareyi halk kitleleri arasında kutuplaşma yaratarak gelişim halinde olan
hareketi bölmeye-parçalamaya çalışmakta aramaktadır. Bugün egemen sınıfların
kitle hareketini ötelemek için elinde kalan tek argüman, Kürt düşmanlığı
üzerinden şovenizmin diri tutulmasıdır.
Kürt düşmanlığı
üzerinden Türk emekçi kitlelerini kendine yedeklemek istemektedirler. Terör
söylemi üzerinden kitlelerin bilinci manipüle edilerek gelişebilecek tepki
pasifize edilmek istenmektedir. Türk egemen sınıfları, bugün her zamankinden
daha fazla terörizm söylemi üzerinden savaşa ihtiyaç duymaktadır.
Bu bağlamda bakıldığında mevcut Rojava işgal saldırısının
Türkiye’de sınıf mücadelesi ile temas noktaları oldukça güçlüdür. Dolayısıyla
Rojava işgali karşısındaki konumlanış sınıf mücadelesi içerisinde bir
konumlanıştır. İşgal saldırısı karşısındaki direnişin başarısı ile halk
kitlelerinin devrimci demokratik mücadelesi birbirini tetikleyen, önünü açan
bir karaktere sahiptir. Her iki direnişin kazanımları da egemen sınıfların
gücünü zayıflatacak ve çöküşünü hızlandıracaktır. Birleşik mücadelenin önemi de
burada yatmaktadır. Her iki mücadele biçimi ne birbirinden kopuktur ne de
çelişkileri ile hedefleri farklıdır.
Bundandır
ki Rojava işgali karşısında sessiz kalanlar, uzağında duranlar ve bu direnişin
parçası olmayanlar dolaylı veya dolaysız şovenizmi besleyerek başta işçi sınıfı
olmak üzere emekçilere ihanet çemberinde egemen sınıflara hizmet etmektedirler.
Bugün devrimci olmanın/kalmanın koşulu; Kürt ulusal sorunu bağlamında, işgal
saldırıları karşısında aktif tutum alarak direniş saflarına katılmaktır.
Devam edecek....