25 Aralık 2024 Çarşamba

1_EMPERYALİZME, FAŞİZME, ATAERKİYE VE HER TÜRDEN GERİCİLİĞE KARŞI ROJAVA’DA MEVZİ TUTMAK!


Türkiye’de Demokratik Halk Devrimi’nin Yolu Rojava’dan Geçiyor! Sınırların iki yakasında yaşanan olguların birbirleri ile olan diyalektik bağları Ortadoğu coğrafyasında daha güçlüdür. Ortadoğu’nun gerçekliği, Rojava’nın işgal edilmesi ve ortaya konan direnişle Türkiye’de süren sınıf mücadelesi arasında daha sıkı bir diyalektik bağı karşımıza çıkarmaktadır. Bu durum Proletarya Partisi’nin ortaya koyduğu “Ortadoğululaşma” perspektifinin ne denli önem kazandığını da göstermektedir.

 Giriş____Sınıf mücadelesinin seyri içinde Ortadoğu coğrafyası, son yüzyılın en çok üzerinde hesap yapılan yeri olmuştur. Petrol ve doğalgaz zenginliğiyle birlikte ticari ulaşım hatlarının önemli kesiminin bu coğrafyadan geçmesi, emperyalistlerin yönünü bu coğrafyaya çevirmiştir.

Yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip olmanın yanısıra diğer emperyal güçleri de kontrol altında tutma politikasının uğrak yeri yine burasıdır. Mezopotamya ve Anadolu’dan Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadası’ndan, İran ve Orta Asya coğrafyasına kadar geniş bir etki alanı mevcuttur. Bir yandan hammadde zengini, diğer yandan kara, deniz ve havayollarının geçiş hatları bakımından oldukça elverişli bir bölgedir Ortadoğu.

İnsanlık tarihi boyunca kurulan birçok uygarlıktan günümüze binlerce yıllık geçmişi olan bu kadim toprakların halkları arasında birlikte yaşam ve birbirinden kaçış, savaş ve barış hep bir arada var olagelmiştir. Kadim halkların birbirleriyle olan savaşları, etnik, dini ve ulusal çelişkiler, günümüzde farklı bi- Partizan/6 çimleriyle kendisini var etmektedir. Bu çelişmelerin varlığı, halklar arasında birlikte yaşam olanaklarını sekteye uğratırken, mevcut çelişkiler emperyalistler tarafından kendi çıkar amaçları için kullanılmaktadır. Tarihsel çelişkilerin varlığına ve emperyalistlerin bunları kullanmak istemelerine rağmen halkların isyanı ve örgütlenmeleri de o denli eskiye tekabül etmekte, haksızlığa karşı arayışlar sürgit devam etmektedir.

Günümüzde Ortadoğu’da haklı isyan temelinde başkaldırı gerçekleştiren Kürt ve Filistin ulusları, bu coğrafyadan dünya ezilen halklarına umudu ve mücadeleyi vaat etmeye devam ediyorlar. Özellikle Kürt ulusunun son 50 yılda ortaya koyduğu ulusal özgürlük mücadelesi, yüzyıl önce gerçekleşen parçalanmışlığa bir meydan okuma olmuştur.

Nedir ki, parçalara bölünen Kürdistan’ın dört parçada da kendisini ulusal temelde örgütlemesi engellenememiş, daha da ötesinde Suriye’nin kuzey ve doğusunda Kürtler, özerk ve demokratik bir sistemin oluşmasına öncülük etmiştir. Yakalanan ulusal bilinç, Kürt Federe Devleti’nde referandum ile bağımsızlık istemini gündeme getirirken, TC faşist devletinin baş edemediği muazzam bir gerilla savaşının verilmesine neden olmuştur.

Özellikle Kürt ulusunun ulusal-devrimci çizgide 40 yılı aşkın süredir yürüttüğü özgürlük mücadelesi, Ortadoğu coğrafyasının yanısıra, enternasyonal alanda da ciddi etkilere sahiptir. Büyük bedeller ödenerek yaratılan bu mücadelenin ürünü olarak yeşeren Rojava Devrimi, faşist ve gerici ülkelerin orta yerinde demokratik kazanımlar yaratarak Ortadoğu halklarının istemlerine önemli oranda tercüman olmuştur.

Yüzyıl önce Sykes-Picot Antlaşması ile Kürdistan’ı dört parçaya bölen sınırların Kürt ulusu nezdinde bir kıymeti harbiyesi kalmamıştır. Dört parçada oluşan örgütlülük hali, sınırları altüst ederken bu sınırlara yeniden düzen vermek isteyen bölgenin uşak devletleri ne pahasına olursa olsun yeni bir SykesPicot ile Kürdistan’da oluşan fiili statüyü işlevsiz kılmanın arayışları içindedir. Bu başarılamadığı anda kendi iç krizleri tetiklenecek, iktidarları sarsılacak, yönetememe hali artarak devam edecektir. Sınırların iki yakasında yaşanan olguların birbirleri ile olan diyalektik bağları Ortadoğu coğrafyasında daha güçlüdür. Ortadoğu’nun gerçekliği, Rojava’nın işgal edilmesi ve ortaya konan direnişle Türkiye’de süren sınıf mücadelesi arasında daha sıkı bir diyalektik bağı karşımıza çıkarmaktadır.

 Bu durum Proletarya Partisi’nin 1. Kongre’sinde ortaya koyduğu “Ortadoğululaşma” perspektifinin ne denli önem kazandığını da göstermektedir. İşçi ve emekçilerin, ezilen halkların, kadınların ve LGBTİ+’ların, halk gençliğinin kurtuluşunun Demokratik Halk Devrimi ile sağlanması bölge halklarına da önemli oranda umut ve cesaret verecektir.

“Arap Baharı” denilen isyan hareketi, Ortadoğu’da halkların asla isyan etmeyeceğini dile getiren “küçük burjuva” düşünceleri yerle yeksan etmişti. Devrimci önderlikten yoksun olan bu isyan silsilesi, emperyalistler ve bölge gericiliğinin müdahalesi sonucu IŞİD gibi insanlık düşmanı bir örgütün ortaya çıkmasına neden olurken, buna karşı yine halkların ortak mücadelesi, Suriye Demokratik Güçleri’nde (QSD) kendisini var etmişti. Bugün de bu isyanlar Sudan’da, Lübnan’da, Irak’ta, İran’da kendisini yine dışa vurmakta, ezilenler kendilerine dayatılan köleliği kabul etmemektedirler.

Bu isyanların bir başka emperyalist kutup tarafından kendi çıkar amaçları için kullanılmak istemesi, isyanların haklı zeminini asla zedeleyemez. İhtiyaç olan devrimci ve komünist önderliğin oldukça zayıf olması, problemin odak noktasını oluşturmaktadır. Nerede bir haksızlık ve zulüm varsa orada direnişin veya isyanların olması sınıf mücadelesinin doğası gereğidir. Dolayısıyla dünyada ve özellikle Ortadoğu’da devrimci durum, devrimin objektif koşulları vardır.

Sorun subjektif koşulları yani proleter öncüyü inşa etmek, safları daha üst boyutta savaş içinde yeniden sıraya dizmekte düğümlenmektedir. Kürt ve Arap ulusları ile Hıristiyan ve Müslüman halklar arasındaki derin çelişkiler Rojava Devrimi süresince bir nebze de olsa giderilebilmiştir. Kadın mücadelesi YPJ ile en ileri sürecini yine bu topraklarda yaşamıştır. Bu kazanımların gelişmesiyle emperyalistlerin en büyük kozları ellerinden alınacağı için, Rojava’nın işgal edilme planına tüm emperyalist güçler rıza göstermişlerdir. Bu noktanın özellikle altını çizmek gerekir.

 Kimi sosyal şoven yaklaşımlar, bölgedeki emperyalist güçlerin varlığından hareketle, buradaki mücadeleye burun kıvırmışlar, Rojava Devrimi’nin bir devrim olmadığına dair sayfalar dolusu tahliller yapmışlardır. Gelinen aşamada ise emperyalistlerin ve bölge gericiliğinin Rojava’da devrimle kurulmaya çalışılan sistemle uyuşmadıkları, aralarında kan uyuşmazlığı olduğu, pratikte işgal süreciyle, saldırılarla net olarak görülmüştür.

Rojava, Ortadoğu coğrafyasında, emperyalist ve faşist kuşatma altında, her türlü gericiliğe karşı demokratik bir mevzi olarak ortaya çıkmıştır. Bu nokta iyi anlaşılmalıdır. Rojava Devrimi büyük bedeller ödenerek elde edildi. 11 bin şehit ve 20 binden fazla gazisi ile bu topraklar özgürleştirilebildi. Sekiz yıldır Rojava/Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi örgütlenmekte ve halkın kendi kendini yönetebileceğini ispatlamaya çalışmaktadır.

Ancak unutulmamalıdır,  bu süreç savaş haliyle birlikte sürdürülmüştür. Halk, bir yandan Devrim’i içselleştirme gayretindeyken diğer yandan TC ve DAİŞ tehlikesinin sürekli varlığı ile birlikte yaşamak durumunda kalmıştır. Emperyalist dalaş, 9 Ekim günü kendisini TC ve çetelerin ortak işgali şeklinde gösterirken, Rojava toprakları emperyalistlerin üzerinde tepindikleri bir toprak parçası haline getirilmek istenmektedir.

Kendi topraklarında çıkan petrolden faydalanamayan, üretimini tam olarak gerçekleştiremeyen, altyapı çalışmalarını yerine getiremeyen ve ancak savaşa sürekli hazır olma hali ile yaşamaya çalışan Rojava halkı, yeni durumda TC’nin işgalinin sonuçlarına da katlanmak zorunda kalmaktadır.

Bu durum, Rojava’nın gelişimini sekteye uğratırken, faşist işgale karşı emperyalistlerin “umut” olarak görülmesini tetikleyen bir faktör olmaktadır. 1. İşgale Karşı Direniş Savaşının Karakteri Rus emperyalizminin bölgede giderek büyüyen hegemonyası, enerji ve geçiş hatları üzerinde genişleyen nüfuzu; esas rakibi ABD emperyalizmini sürekli artan/değişen hamlelere zorunlu kılmaktadır.

ABD emperyalizmi kendisıkışmışlığı içerisinde çareyi besleyip büyüttüğü çeteler üzerinden kaosu derinleştirmekte ararken, genel olarak vekalet savaşları olarak tariflenen bu durum; emperyalistlerle, onların genel ve özel çıkarları ile doğrudan ilintilidir. Çeteler ve bölgesel milis güçleri üzerinden sürdürülen savaşların, emperyalizmle olan bağını bölge halkları üzerinde gölgeleyen/perdeleyen bir yanı da vardır. Ortadoğu halkları, yerel-bölgesel zorbalara karşı emperyalistlerin kanlı merhametine mahkum bırakılmaktadır.

Mevzu bahis emperyalist güçler, geniş halk yığınları nezdinde yanılsamalı şekilde kurtarıcı olarak görülebilmektedir. Bunun esas nedeni, bölgede anti-emperyalist bir duruşu ortaya koyabilecek devrimci ve komünist hareketin zayıf olmasıdır ki, anti-emperyalist bilinci yaratacak ve ona öncülük edecek devrimci ve komünist hareketin kendisidir. Burada vurgulanmak istenen de esas olarak bölgede sürgit devam eden savaşların, işgal ve katliamların kumanda merkezinde emperyalistlerin bulunduğudur. Bölgedeki savaş ve kaosun yaratıcısı emperyalizmdir.

Bu nedenle, işgal saldırıları karşısında konumlanmanın anti-emperyalist bir karakteri vardır. Bölgede emperyalizmin izni-bilgisi dahilinde olmayan tek bir saldırı yoktur. Faşist Türk devletinin Rojava’yı işgal-ilhak saldırısı da özellikle ABD ve Rus emperyalist güçlerinin bilgisi ve onayı dahilindedir. Meselenin özünde çok uluslu emperyalist tekellerin çıkarları yatmaktadır. Bu açıdan Türk devletinin işgal saldırısına karşı verilen savaş aynı zamanda emperyalizme karşı verilen bir savaştır.

Bu, savaşın anti-emperyalist karakterini bizlere göstermektedir. Önce DAİŞ çetelerine karşı, sonrasında faşist-ilhakçı TC devletinin ÖSOSMO ve türevi çetelerinin Afrin işgaline karşı yürütülen direniş savaşı ve en sonu yine Gire Spî’den başlayarak Serekaniye ile devam eden ve Rojava’nın bütününü hedefleyen işgal saldırısına karşı, QSD öncülüğünde yürütülen direniş savaşı devam etmektedir.

TC faşist devleti önce El Bab-Cerablus, ardından Afrin ve son olarak “güvenli bölge” adı altında Gire Spî, Serekaniye hattının işgalini doğrudan doğruya kendi askeri güçlerinisahaya sürerek yapmıştır. Esas olarak karada DAİŞ artığı SMO çetelerini kullansa da arka planda faşist Türk ordusu gerek askeri gerek teknolojik ve gerekse de lojistik olarak vardır. İşgal saldırısı sadece askeri olarak da sürdürülmemekte, işgal edilen yerlere kaymakam atamalarından, nüfus iskanına kadar bir dizi pratik hayata geçirilmektedir.

 Dolayısıyla işgale karşı savaş aynı zamanda TC faşizmine karşı savaştır. Bu da direniş savaşının anti-faşist karakterini ortaya koymaktadır. Bu savaşa karakterini veren diğer bir yan ise faşist TC devleti ve ona bağlı paralı cihadist çeteler tarafından işgal edilen Rojava toprakları üzerinde yaşayan çeşitli milliyet ve inançlardan halkın kendi topraklarını savunma savaşıdır. Bu savaşa niteliğini veren diğer bir unsur bu anlamda yurtseverliktir, yurtsever-devrimci çizgide sürdürülen direniş savaşıdır. İşgale karşı direniş savaşının bir diğer özelliği ise kadın devrimi olmasından ileri gelmektedir.

 Rojava Devrimi’yle kadınlar önemli kazanımlar elde etmişlerdir. Şimdiki işgal saldırısı, Rojava Devrimi’nin kadınlar açısından kazanımlarının ortadan kaldırılmasına da yöneliktir. Bu anlamıyla Rojava işgaline karşı direniş savaşı her türden gericiliğe, feodalizme özellikle de ataerkiye karşı bir savaşımdır.

Bu direniş savaşının bir başka özelliği de patriarkaya karşı savaşımdır. İşgal saldırıları karşısında Türkiyeli devrimci ve komünist parti ve örgütler, dünyanın birçok yanından gelen enternasyonalist savaşçılar da Rojava topraklarının savunulmasında aktif görev almaktadırlar.

Bugün bölge açısından sınıf ve ulusal kurtuluş mücadelesinin nabzı ve kalbi Rojava’da atmaktadır. Bölgenin kaderi burada yurtseverlik bilincinin büyütülmesi, sürdürülen direnişin başarısıyla doğrudan ilişkilidir.

Enternasyonal dayanışmanın en üst seviyede gösterilmesi, direnişiçinde Enternasyonal Özgürlük Taburu’nun ön saflarda yer alması ve direnişin enternasyonal çapta yarattığı yankı itibariyle savaşın enternasyonalist karakteri de ortaya çıkmaktadır.

Faşist Türk devletinin Rojava işgal saldırısı, Kürt ulusunun kazanımlarını yok etmeyi amaçlayan ve Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ni bastırmak için girişilen bir soykırım hareketidir. Bu saldırının hedefinde başta Kürt ulusu olmak üzere; Asuriler, Süryaniler, Ermeniler ve işgal karşısında yurtsever çizgide konumlanan Araplar vb. bölgede yaşayan halklar vardır. İşgal saldırılarının Kürt ulusal sorunu bağlamında Afrin’den başlayarak bütün bir sınır hattı boyunca Kürtlerin yaşadığı topraklardan Suriye’nin içlerine doğru sürülerek, işgal edilen hat boyunca Türkmen-Arap kemeri oluşturma çabası; T. Kürdistanı, Kürdistan Federe Devleti ve Suriye Kürdistanı arasında mevcut sınırlar arasındaki bağı koparmak, değiştirmek vardır. İşgal saldırısı, yüzyıl önce çizilen ve Kürdistan’ı dört parçaya bölen Türkiye ve Irak sınır hatlarında gerilla karşısında imha operasyonlarının devamı niteliğindedir.

 İç içe geçen birçok saldırı birbirini tamamlayan saldırılardır. Türk egemen sınıflarının geleneksel aklı 2023’ten önce Kürt sorununu katliamlarla, soykırımla, sürgünlerle çözme eğilimdedir. Ortaya çıkan ulusal bilinci dumura uğratma, örgütlülükleri dağıtma amacındadır. T. Kürdistanı’ndaki köy, alan, bölge yasakları ile Rojava’da devam eden işgal saldırısının neden ve hedefleri aynıdır. Ancak TC devletinin hesaba katmadığı durum, Kürt ulusunun örgütlenme düzeyinin 100 yıl öncesine göre çok daha ileri olduğudur. Birçok örgütlenmenin yanısıra yurtsever-devrimci çizgide sergilenen direniş, TC’nin egemen güçlerini oldukça zora sokmaktadır.

Faşist Türk egemen sınıflarının içte yaşadığı kriz, kendi aralarında yaşadıkları çelişkinin açık/gizli bir çatışmaya dönüşmesi, AKP/MHP kliğinin halk kitleleri nezdinde her gün daha fazla teşhir olması, egemen sınıfların yönetememe krizini derinleştirmiştir. Egemen sınıfların içte halk kitlelerine vaat edebilecekleri hiçbir şey kalmamıştır. AKP/MHP iktidarı; hak gasplarına, KHK, EYT, çevre talanı, kadınlara, LGBTİ+lara yönelik erkek/devlet şiddetine karşı işçi ve emekçilerin, kadın ve LGBTİ+ların, çevrecilerin grev, direniş vb. her türlü karşı koyuşunu polis şiddeti, gözaltı ve tutuklamalarla bastırmaya çalışmaktadır.

Fakat kitlelerde mayalanan öfke patlamaları AKP/MHP iktidarını alaşağı edecek düzeye her geçen gün daha fazla yaklaşmaktadır. Kendileri açısından tehlikenin ve yaklaşan sonun farkına varan egemen sınıflar, çareyi halk kitleleri arasında kutuplaşma yaratarak gelişim halinde olan hareketi bölmeye-parçalamaya çalışmakta aramaktadır. Bugün egemen sınıfların kitle hareketini ötelemek için elinde kalan tek argüman, Kürt düşmanlığı üzerinden şovenizmin diri tutulmasıdır.

 Kürt düşmanlığı üzerinden Türk emekçi kitlelerini kendine yedeklemek istemektedirler. Terör söylemi üzerinden kitlelerin bilinci manipüle edilerek gelişebilecek tepki pasifize edilmek istenmektedir. Türk egemen sınıfları, bugün her zamankinden daha fazla terörizm söylemi üzerinden savaşa ihtiyaç duymaktadır.

Bu bağlamda bakıldığında mevcut Rojava işgal saldırısının Türkiye’de sınıf mücadelesi ile temas noktaları oldukça güçlüdür. Dolayısıyla Rojava işgali karşısındaki konumlanış sınıf mücadelesi içerisinde bir konumlanıştır. İşgal saldırısı karşısındaki direnişin başarısı ile halk kitlelerinin devrimci demokratik mücadelesi birbirini tetikleyen, önünü açan bir karaktere sahiptir. Her iki direnişin kazanımları da egemen sınıfların gücünü zayıflatacak ve çöküşünü hızlandıracaktır. Birleşik mücadelenin önemi de burada yatmaktadır. Her iki mücadele biçimi ne birbirinden kopuktur ne de çelişkileri ile hedefleri farklıdır.

Bundandır ki Rojava işgali karşısında sessiz kalanlar, uzağında duranlar ve bu direnişin parçası olmayanlar dolaylı veya dolaysız şovenizmi besleyerek başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilere ihanet çemberinde egemen sınıflara hizmet etmektedirler. Bugün devrimci olmanın/kalmanın koşulu; Kürt ulusal sorunu bağlamında, işgal saldırıları karşısında aktif tutum alarak direniş saflarına katılmaktır.

Devam edecek....

 

Blog Arşivi

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)