Rojava’da oluşan sisteme yakından baktığımızda ve diğer
bölge devletleri ile kıyasladığımızda elde edilen kazanımların ne denli önemli
olduğu daha açık görülecektir. Faşist TC veya diğer gerici/dini tarikat ve
mezheplerin piyonları tarafından yönetilen, işbirlikçi/uşak yönetim
sistemlerinin zulüm, baskı ve talandan başka ezilenlere vaat ettikleri hiçbir
şey yoktur.
Bunun aksine Rojava’da yaratılan sistem halkın kendi kendisini
örgütlemesi ve yönetmesi şeklinde karşımıza çıkarken, en temel insan haklarının
korunması için de çeşitli mekanizmaların oluşturulduğunu görüyoruz.
“Ekolojik,
demokratik, konfederal toplum sistemi”
olarak adlandırılan bu
sistemde yönetim kriteri elbette sınıf eksenli değildir.
Tamamen demokratik haklar eksenli bir şekillenme icra
etmesine rağmen bölgede en ileriyi temsil etmektedir. Ancak sınıf mücadelesi de
kendi mecrasında, ulusal demokratik kazanımların gerisine düşmesine rağmen
sürgit devam etmektedir.
Bu durum ileri
dönemlerde kendisini daha derinden hissettirecektir. Demokratik kazanımları
incelerken, Rojava’nın üzerinde yeşerdiği toprakları doğru tahlil etmek
önemlidir. Genel olarak Ortadoğu özel olarak Rojava topraklarında halklar yüzyıllardır
ezilerek, sömürülerek, göçertilerek, kırımlara ve soykırımlara uğratılarak
günümüze dek gelmiştir.
Roma’dan Perslere, ardından İslam’ın yayıldığı ilk günlerden
günümüze birçok krallık ve hanedanlık bu toprakları işgal etmiş ve halkları
soykırıma uğratmıştır. Özellikle dini savaşların, haçlı seferlerinin bu
topraklarda yaşayan kadim halklara verdiği zarar büyük olmuştur. Bölgede
yaşayan halklar, egemen güçler tarafından sürekli dinsel, mezhebsel ve yakın
zamanda ulusal temelde karşı karşıya getirilmiş ve iktidarları uğruna
birbirlerine kırdırtılmışlardır.
Yakın zamanda
Osmanlı’nın son günlerinde ve faşist TC’nin ilk günlerinde de yine bu topraklar
Ermeni, Süryani, Keldani ve diğer Müslüman olmayan halkların soykırımlarına
sahne olmuştur.
1915 yılında gerçekleştirilen Ermeni Soykırımı’ndan
kurtulanlar, soykırım zihniyetinin baş temsilcisi Talat Paşa’nın ünlü deyimi
ile “ancak çöllerde yaşayabilirler” denilerek Deyr-i Zor çöllerine tehcir
edilmişlerdir. TC devletinin en temel politikası olan soykırım politikasıyla
dün “Ermeni sorununu çözenler” bugün de “Kürt sorununu” aynı temelde çözme
derdine düşmektedir.
Dünün Enver-Talatlarının yerini bugün Erdoğan-Bahçeli
almıştır. Salt bu örnek bile Türkiye’de hükümetlerin değil devletin siyasetinin
belirleyici olduğunu karşımıza çıkarmaktadır. Rojava’da yaşayanların bir kısmı
soykırımdan kaçanlar olurken, bir kısmı da Türkiye Kürdistanı’nda Kürt ulusal
isyanlarına karşı izlenen katliam, tehcir ve tenkil operasyonlarından
kurtulanlar oluşmaktadır.
Yine Osmanlı döneminde
Çarlık Rusya’sı tarafından soykırıma uğratılan ve göç ettirilen Çerkesler gibi
çeşitli uluslar da bulunmaktadır vb. Ve elbette bölgede yüzyıllardır yerleşik
Kürt, Keldani, Süryani halk yaşamaktadır. Kısacası bölge, Kürt ulusunun yoğun
olarak yaşadığı bir toprak parçası olmakla birlikte başta Araplar olmak üzere
çeşitli ulus, milliyet ve inançtan halkın bir arada yaşadığı bir toprak
parçasıdır. Bu halkın ortak hafızasında soykırım, katliam, tehcir, sürgün
önemli bir yer tutmaktadır.
Bu tarihsel gerçeklik ve sosyolojik olgu beraberinde Rojava
topraklarında yaşayan halkın, etnik, inançsal ve aşiretsel temelli feodal
örgütlenmelerini doğurmuş, bölgede yaşayan halkın İbni Haldun’un kavramıyla
“aşiret asabiyyesi” temelinde var olma ve ayakta kalma savaşını getirmiştir.
3.
Özerk Yönetim Sisteminin Şekli
Genel olarak Rojava/Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetim
sistemi aşağıdan üste doğru işleyen bir sistemdir. Toplumda yaşayan her bireyin
komün, komite, meclis, kanton vb. birimlerde yer almalarını sağlama amacı
taşımaktadır. Böylece her bireyin alttan üste örgütlenen demokratik sisteme
katılımının sağlanması; her bireyin söz yetki ve karar hakkının teslim edilmesi
amaçlanmaktadır. Komün: Özerk yönetimin en alt birimi ve en önemli birimi komünlerdir.
En az
7 ve en fazla 200 kişi bir komünü oluşturabilir. Köylerde bu sayı daha az iken
ve duruma göre birkaç köyünde birleşip bir komünü oluştururken, şehirlerde
500-600 kişiden oluşan komünler mevcuttur.
Demokratik
Halk Meclisi:
Halk meclislerinin amacı şehirleri, komünler ve komiteler
aracılığı ile yönetmektir. Her beldede, ilçede ve şehirde olmak zorundadır.
Oluşturulan her bir komitenin, bir kadın ve biri erkek olmak üzere iki çalışanı
vardır.
Kanton/Eyalet:
İşgal öncesi Rojava
Cizir, Heseke, Kobanê ve Afrin kantonlarına ayrılmıştı. Bu kantonlar şehirler
ve beldelerde kurumların ve meclislerin yönetilmesinden sorumluydu. İşgal
sonrası TC devleti Serekaniye ve Gire Spî’yi işgal ettiğinden kaynaklı olarak
eyalet sınırları yeniden belirlenecektir.
Demokratik
Özerklik Meclisi:
En üst
organdır.Altlarda alınan kararlar bu meclise taşınır ve genel haliyle kararlara
bağlanır. Meclislerde alınan kararlar komiteler vasıtasıyla pratiğe uygulanır.
Her mecliste kadın, gençlik, sosyal yardımlaşma, ekonomi, barış, öz savunma,
eğitim, sağlık, kültür-sanat komiteleri oluşturulur. Belediye başka bir kurum
gibi görünse de meclisin bir komitesi gibi çalışır. Kentin altyapı sorunları ve
temel ihtiyaçların temin edilmesi ile ilgilenir. Seçimle meclis çalışanı olmuş 7
kişi belediyede görev alır. Hem belediyede hem de mecliste bir kadın ve bir
erkek eş başkan bulunur.
Bütün komün ve meclislerde yukarıda sayılan komiteler (kadın
komitesi hariç) oluşturulmak zorunludur. Aynı zamanda bu komitelerin
bakanlıkları da mevcuttur.
3.1. Sivil
Alanda Kadın Örgütlenmeleri Kadınların örgütlenmeleri, yukarıda bahsi geçen
örgütlenmelere paralel şekillenmektedir. Rojava’da kadın örgütlenmesi Kongre
Star’dır. Özerk olarak çalışma yürütür.
1 sözcü, 2 yardımcı ve 4 çalışan olmak üzere 7 çalışandan
oluşur. Bu çalışma da komite ve komünler aracılığı ile yürütülür. Her komünde
bir Kongre Star sözcüsü olmak zorundadır.
Aynı zamanda hem
kurumda hem de komünlerde barış, eğitim, ekonomi ve savunma komiteleri
olmalıdır.
Barış
Komitesi:
Genellikle aile (eşler) arasındaki anlaşmazlıkları
gidermekle yükümlüdür. Kadın Evi’ne (Mala Jin) bağlı olarak çalışır. Eğitim
Komitesi: Kadınların çok eşlilik, küçük yaşta evlilik vb. konularda gelişmesi
ve yetkinleşmesinden sorumludur.
Ekonomi Komitesi:
Kadınların ekonomik yaşama katılımını sağlamak amacıyla
proje üretmekle sorumludur. Kadın ekonomisine (Aboriya Jin) bağlı olarak
çalışır. Savunma Komitesi: Kadınların öz savunma gücünü oluşturmakla
yükümlüdür. Silah eğitimi, öz savunma eğitimlerinin verilmesini sağlamalıdır.
Kadın Öz Savunma Gücü’ne (HPC Jin) bağlı olarak çalışır. Bu komitelerin
meclisteki kadın çalışanları da Kongre Star’a bağlı olarak çalışır. Aynı
zamanda kadın komitesi Kongre Star’la birlikte çalışma yürütür.
Bütün kadın çalışanlar öncelikli olarak Kongre Star’a
bağlıdır. Genel olarak Kongre Star bir hareket olarak ele alınmaktadır. Esas
amacı kitleleri eğitmek ve geliştirmektir. Bu sebeple “normal” bir çalışan
statüsünde görülmemektedir. Şu an itibariyle pratikler; çok eşlilik ve küçük
yaşta evlilik ve şiddet durumlarında Asayiş, mahkeme ve kadın eviyle birlikte
müdahale etmek ve çözüme kavuşturmak; kadınların ekonomik yaşama katılımını
sağlamak, eğitmek; kadınların birliği perspektifiyle birlikte yaşamı
savunmaktır.
3.2. Demokratik Birlik Partisi (PYD) Yurtsever halkın
Rojava’daki örgütlenmesidir ve kendi meclisi vardır. Her mecliste PYD grubu ve
eş başkanları yer alır. PYD, kendi siyasal çizgisi doğrultusunda halk
meclislerinde yer almakta ve bu meclislerin aktif ve düzenli çalışması için
çaba harcamaktadır. Burada amaç, geniş halk kesimlerinin toplumsal düzenin
oturması için harekete geçmesini sağlamaktadır.
3.3. Sistemin İşlemesinde Yaşanan Sorunlar Birçok
yerel alanda komünler işlevini yerine getirememektedir. En küçük ve en önemli birim
doğru bir tarzda işlevli kılınmadığında, alttan üste ve üstten alta sistemin
işlemesi ciddi anlamda dumura uğrayabilmektedir. Komünlerde yer alan hizmet
komitesi daha ziyade halkın lojistik ihtiyacını karşılamak için
oluşturulmuştur. Komünlerin işlevleri sadece evrak mühürlemek ile sınırlı
kalabilmektedir.
Komün çalışma
tarzının halkta henüz tam anlamıyla karşılık bulmadığı görülebilmektedir.
Meclis endamlarının (çalışanlarının) maaş alması bile komünü oluşturan diğer
halktan kesimlerin tepkisini alabilmektedir. Önceden komün eş başkanları
meclisi oluşturmaktaydı. Yaklaşık olarak iki yıl önceki sistem değişikliğinde
meclis çalışanları seçimle belirlendi. Komün eş başkanlarının statüsü ve görevi
de biraz düşmüş oldu.
Esas olarak kültür devrimi gerçekleşmediği için geniş halk
yığınları sistemi de anlamamakta ve devletten bekledikleri her şeyi bu
sistemden de beklemektedirler. Elbette ki halkın örneğin yol istemek gibi bir
hakkı vardır; fakat mevcut savaş koşulları gerçeği ile bütçenin çoğunluğu
askeri giderlere harcanmaktadır. Bu sebeple on bölgede yol yapılması
gerekiyorsa sadece iki bölgede yapılabilmektedir. Ancak halkın kendi kendisini
yönetmesi ilkesinden ilerleyerek sistem halkla birlikte yani halkın da
desteğiyle birçok şeyi yapabilir.
Halkta hala baskı rejimi aklı hakim olduğu için bu durum
bazen kavranamamaktadır. Örneğin görece zengin köyler mevcuttur. Yollarını
kendileri yapma olanakları mevcut iken ve belediyeler onlara teknik ekipman
konusunda yardımcı olduğunda bunu yapabileceklerken buna çok yanaşmamaktalar.
Örneğin okulların yıkanması sorunu… Okulları yıkamak için belediyenin su
tankerini beklemekteler. Halbuki her evde kuyu mevcuttur ve okula en yakın
olanın yardım etmesiyle bu sorun çözülebilecekken, bu yönlü halkın inisiyatif
almaması sistemin kanıksanmadığını bizlere göstermektedir.
Sistemin işlemesinde kilit rol ise “kadro” denilen deneyimli
kişilerdedir. Bu kişilerin niteliklerinin düzeyi, sistemin nitelikli bir
şekilde işlemesinin düzeyini de belirlemektedir. Bu anlamıyla sistem “kadro”
yetiştirme akademileri açarak kadro adaylarını buralarda eğitme yoluna
gitmiştir.
4.
İşgal süreci ve direniş
Rojava direnişi ve özelde Serekaniye direnişi, faşizme karşı
yükseltilen mücadelede, öğrettikleri ve fedakarlıklarıyla tıpkı önceki
direnişler gibi tarihe adını yazdırdı. TC ordusunun ve çetelerinin hava
saldırısı ve teknolojik olanakları ile oldukça “üstün” oldukları bir savaşta
şehir savunmasında yaşanan yüksek fedakarlık, kararlılık ve irade, kendisini
bir kez daha ispatlamış oldu. Faşizme ve gerici saldırılara karşı halkın
direniş tarihine Serekaniye direnişi de eklenmiş oldu. Her direniş gibi
Serekaniye direnişinin de kendisine özgü yanları ve öğrettikleri vardır.
4.1. Emperyalizm, faşizm ve düşman olgusu Düşman
kelimesi, savaşan karşıt güçlerin birbirlerini adlandırdıkları bir
tanımlamadır. Halk için düşman kelimesi emperyalist, faşist, gerici veya
işbirlikçi devlet güçleri ile bu devletlerin halka karşı besledikleri
örgütlenmeleri sembolize etmektedir.
Ortadoğu coğrafyasında demokratik kazanımların bir sembolü
haline gelen Rojava/Kuzey Suriye Özerk Yönetim halkı açısından düşman kelimesi
DAİŞ, SMO çeteleri ve onlara güç veren TC devletinin bir tanımlaması olarak yer
edinmiştir. Ancak emperyalist güçlerin düşman olarak adlandırılması henüz halk
içinde geniş bir yere sahip değildir.
En iyimser haliyle Rusya-Rejim güçleri “dost olmayan”
kategorisinde yer alırken, geri çekilene kadar ABD “dost” olarak
algılanmaktaydı. Her ne kadar “ABD’ye güven olmaz” sözü sık kullanılsa da geri
çekilerek TC’nin işgaline yer vermesi “halkta beklenilmeyen bir hareket” olarak
yankı bulmuş ve büyük tepki toplamıştır.
Devrimci/yurtsever güçler ve küçük bir kesim dışında geniş
kesimlerin emperyalist güçleri henüz düşman statüsünde tanımlamamaları
bölgedeki anti-emperyalist bilincin hangi düzeyde olduğunu gösteren önemli bir
veridir. Halkın geniş çerçevede anti-faşist cephede örgütlenmesini sağlamak
için emperyalizmin teşhirinin sürekli yapılması önemli bir nokta olarak
karşımıza çıkmaktadır.
Ancak bu olgu, emperyalist güçler arasındaki çelişkileri
dikkate almayı yadsımamaktadır. Düşman güçleri arasındaki çelişkilerde doğru
zamanda, doğru bir taktik politikanın uygulanması, halk lehine sonuçlara
götürecektir. Devrim’in korunması meselesinde Rojava’yı doğrudan tehdit etmeyen
tüm devletlerle diplomasinin geliştirilmesi yadsınacak bir durum değildir.
Diplomasi, halkın kendisinin örgütlenmesi ve devrimin
garanti altına alınması ilkesinin önüne geçtiği anda yenilgi sadece bir zaman
sorunu olarak ortaya çıkabilmektedir. Öncelikli ele alınması gereken olgunun
anti-emperyalist ve anti-faşist bir bilinç ile halk katmanlarının hazır hale
getirilmesi/savaştırılması, ikincil olan ise diplomasinin kullanılarak faşizmin
dünya kamuoyu nezdinde yalnızlaştırılması ve teşhir olmasının sağlanmasıdır.
Tersi durum emperyalizm ve faşizm bilincinin gerilemesi
anlamını taşıyacak, halkın kazanımlarının berhava edilmesini beraberinde
getirecektir. Hiçbir emperyalist güç, halkın demokratik kazanımlarının dostu
olmamıştır, zira bu onun doğasına aykırı bir durumdur. Dost ve düşmanların
kimler olduğu kesin ve net bir tarifleme ile halka sürekli ajitasyon ve
propagandası yapılmalıdır.
Bu yapılmadığında halkın bir emperyalist kutba karşı
kurtuluşu başka bir emperyalist kutupta görmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Bu
durum halkın savaşa hazırlığını değil, halk saflarında örgütsüzlüğü, bozulmayı
ve kendi özgücüne güvenmemeyi beraberinde getirmektedir. Son Rojava işgalinde
yaşananlara bakıldığında halkın Serekaniye işgalinde yerlerini yurtlarını terk
etmelerinin altında bu mantığın yattığını görmek gerekir.
Bu durum işgal saldırısını ilk elden yöneten TC’nin gözünden
kaçmamıştır. Zira işgal sırasında halkın paniklemesinin örgütlenmesi belli bir
sürece tekabül etmektedir. Gerek halk içinde gerekse de aylara varan kamuoyu
demeçleri ile halk üzerinde psikolojik terör sürekli kılınmış, halkın işgal
öncesi moralinin çökmesi amaçlanmıştır. Buna karşı koyacak halk örgütlenmesi
sağlam temellere dayanmadığında ise işgal daha başlamadan önce halkın yaşadığı
yeri terk etmesi kaçınılmaz olmuştur. Rojava toprakları yüzyıllardır yerlerini
terk edenlerin, büyük göçlerin güzergahı halindedir.
Ermeni Soykırımı’nda, tehcir ve
toplu katliamlardan kurtulanların sürüldükleri yerler Serekaniye başta olmak
üzere Kobanê, Qamışlo, Til Temir ve daha güneyde Deyr Zor çölleridir. Birçok
şehir soykırımdan kurtulan Ermeniler tarafından kurulmuştur.
Asurilerin daha yoğun
yaşadıkları bu topraklarda Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler çorak toprakların
katliamlara maruz kalan halkları olmuşlardır. Yaşanan soykırım ve katliamlar
iktidarda olmayan diğer ulus ve azınlıkların yerlerinden sürekli kovulmalarını,
iktidarla sürekli iyi geçinme istemlerini beraberinde getirmiştir. Bundan
kaynaklı olarak yaşanan her işgalde öncelikle hayatta kalmak için teslimiyeti
veya göçü halkların gündemine sokmuştur.
Bu kültürel şekilleniş, farklı milliyet ve inançlardan
halkın birbirleri ile yaşadığı çelişkiler de gözönüne alındığında birlikte
direnme olgusunu oldukça geri plana itmektedir. QSD’nin, enternasyonal güçlerin
ve Türkiyeli Devrimci Hareketin yoğun çabasıyla birlikte halklar nezdinde
DAİŞ’e karşı bir birliktelik sağlansa da bu birlikteliğin günlük yaşama,
toplumun sosyal dokusuna kadar indirgenebildiği söylenemez. Toplumda varlığını
sürdüren parçalanmışlık, emperyalist güçlerce ve yerel işbirlikçi iktidarlarca
da sürekli derinleştirilmiş ve halkın birliğinde bu anlamda derin yaralar
açılmıştır.
Rojava halkının sekiz yıldır sürdürdüğü onurlu direniş her
ne kadar birçok kazanımı beraberinde getirmişse de bu kazanımların toplumda
kanıksanması, günlük yaşamın esasta savaşa göre şekillenmesi nedeniyle pek
mümkün olamamıştır. Uluslararası statüde Özerk Yönetimin tanınmaması halkın
yönetime “geçici” gözüyle bakmasını getirmiştir. Bu anlamda bütün güçsüzlüğüne
rağmen rejim güçlerinin belli bir kesim tarafından hala “kurtarıcı” gözüyle
görülmesinin arka planında uluslararası bir statü varlığı bulunmaktadır.
Gerçeklikte ise gerek DAİŞ, dolayısıyla TC faşizmine karşı
büyük direnişi 8 yıldır QSD, YPG/YPJ, devrimci ve enternasyonalist güçler
sürdürmesine ve DAİŞ’i tarihin çöplüğüne atmasına rağmen andaki gerçekliğin
halktaki yansıması zamanla farklı bir durum arz etmiştir. Halkı katliamlardan
kurtaran güçlerin yine aynı tarafından “geçici” gözüyle bakılmasındaki trajik
durumun ağırlığına rağmen direniş, TC’nin birçok hesabını çöpe atmıştır. Bu
tarihsel gerçekliğe rağmen halk güçlerinin örgütlenmesinin gerekliliği
karşımıza çıkmaktadır, zira emperyalist güçlerin ezilen halklara soykırım
talan, sömürü ve kölelikten başka bir şey vaat etmediğini Afganistan, Irak,
Libya vb. pratiklerden bilinmektedir.
4.2. Halkın
örgütlenmesi Dengesiz savaş koşullarının yaşandığı bu gibi durumlarda halkın
faşizme karşı doğru temel ve bilinçle örgütlenmesi en önemli kriter haline
geliyor. İşgal öncesi yüz bin kişinin yaşadığı bir şehirde savaşabilecek insan
sayısının artırılabilmesi için halkın faşizme karşı bilinçlenmesinin
yaratılması ve savaş içinde doğrudan konumlanmasını sağlamanın ne denli önemli
olduğu bir kez daha öne çıkıyor. Halk katmanları içinde bilincin her kesim
tarafından aynı düzeyde gelişmeyeceğinin farkında olarak mümkün mertebe en
geniş anti-faşist cephenin yaratılması gerekmektedir.
Bu anlamda mevcut yerel örgütlenmelerin bir araya
getirilerek ortaklaşması ve temel örgütlenmenin inisiyatifi altında hareket
edilmesi gerekmektedir. Halkın savaşabilecek güçlerinin kontrollü bir şekilde
silahlandırılması ve savaş koşullarına göre hazırlatılması, birşehrin
savunulması açısından olmazsa olmazıdır. Bu durumda yaşlı ve çocukların güvenli
yerler yaratılarak şehrin dışına çıkarılması dışında büyük kesimin savaşa hazır
olması, düşman güçlerinin hem rahat saldırı manevrasını ortadan kaldıracak hem
de savaşın uzaması durumunda düşmanın da güç kaybetmesi anlamına gelecektir.
Hele hele çetelerin karadan işgal girişimleri mümkün olmayacaktır.
Somut durum özgülünde bakıldığında Serekaniye halkının daha
savaşın başında büyük oranda kentten ayrılmasının bir dezavantaj olarak direniş
cephesinin hanesine yazıldığını görmek gerekir. Şehrin büyük oranda
boşaltılması, yerel güçlerin daha az düzeyde savaşa katılmalarını beraberinde
getirmiş; cephelerin daralması, şehri yeterince bilmeyen savaşçıların da işini
bu oranda güç duruma sokmuştur. Bu şartlarda kentte direnen savaşçıların irade
ve fedakarlıkları daha önemli bir hale gelmiş ve şehir 10 gün sonunda yapılan
“ateşkes” sonrasında bir geri çekilme ile terk edilmiştir.
Geniş halk kesimleri Rojava Devrimi ile elde ettiği
kazanımların öneminin farkına esasta varmamıştır. Komünler tarzında
örgütlenmeler ile halkın kendisinin kendisini yöneteceği sistem yeterince
içselleştirilmemiştir. Ortaya konacak anti-faşist direnişin enternasyonal ve
Kürt kazanımları konusunda ne denli önemli olabileceği halkta yansımasını geniş
bir şekilde bulamamıştır. Halkın kendi kazanımlarına yeterince sahip çıkmaması,
halk katmanları içinde A/P çalışmalarının yeterince yapılamadığını ortaya
koymuştur.
Sekiz yıldır savaş yorgunu bir Rojava’nın bu denli sorunlara
kafa yormaması için bölge devletleri, TC faşizmi ve emperyal güçler yoğun çaba
sarf etmişlerdir. Kazanımların kök salmaması, işgalin gerçekleşmesine zemin
sunmuştur.
4.3. Savaşın örgütlenmesi Sınıf savaşımının en önemli
dönüm noktalarından olan II. Emperyalist Paylaşım Savaşı, birçok tarihi dersleriyle
gelecek kuşaklara muazzam bir hazine bırakmıştır. Sovyet halkının çok kısa bir
zaman zarfında ve kararlı bir şekilde Alman faşizmine karşı örgütlenmesi ile
savaşa hazırlıksız yakalanan Polonya ve birçok Doğu Avrupa halklarının faşizmin
en ağır saldırıları altında kitleler halinde katledilmeleri süreçleri, savaşa
hazırlığın ne denli önemli olduğunu göstermektedir. Alman ordusunun faşist
Hitler’in deyimi ile, bir “yıldırım harekatı” ile çok kısa bir sürede
Sovyetler’i işgal planı, faşizmin ve Alman emperyalizminin, Sovyetler’i savaşa
hazırlıksız yakalamak ve işgal etmek amacını taşıyordu. Doğu Avrupa’da başarılı
olan faşizm; Stalin’in öngörüsü ile savaşa karşı yapılan hazırlıklar, Komünist
Partinin ve halkın zamanında örgütlenmesi ile tarihsel anlamda büyük bir
hezimet yaşamış oldu.
Dost ve düşman
güçlerinin oldukça net bir şekilde tanımlanması ve bu temelde taktiksel
hamlelerin yanı sıra anti-faşist savaşın stratejik olarak ele alınması, savaşın
net ve kararlı bir şekilde gidişatını belirlemiştir. Bu bilinç aylarca
Stalingrad’ın teslim alınamamasını, Leningrad’ın kuşatmadan zaferle çıkmasını
ve Kobanê’nin DAİŞ’e teslim edilmemesini beraberinde getirecekti.
Bu anlamda savaşın örgütlenmesi açısından en önemli kriterin
netleşme ve kararlılık olduğu bir kez daha kendisini ispatlamış oldu. Savaş ilk
etapta bilinçlerde kazanılır. Sonrası ise ortaya konulacak kararlılık ve
hazırlıkların yüksek bir disiplin ve titizlikle yerine getirilmesi meselesidir.
TC devletinin yapısı, kuruluş zemini, yaslandığı güçler, iç klik dalaşmaları
vb. yanları ile birçok özelliği bilinen bir devlet yapılanmasıdır. Faşist
karakteri artık geniş halk yığınları içerisinde de sıklıkla dile
getirilmektedir.
Buradan hareketle TC, Kürt ulusuna yönelik soykırım
politikasının doğası gereği uygulamakta, yüzyıl sonra da başta Ermeni, Süryani
halkları olmak üzere bütün azınlık ve farklı inanç gruplarını sürekli elimine
etmektedir. Dolayısıyla “kendi sınırları” dışında dahi olsa bir Kürt ulusunun
varlığı, onun varlık temelleri için bir tehdit olarak görülmektedir. Er ya da
geç, TC Rojava’ya saldıracaktı ve buradaki demokratik kazanımları yok etmek
isteyecekti. Bu teorik öngörü ciddi, disiplinli, titiz ve doğru bir pratik
hazırlık ile birleşmediğinde katliamlar önlenemez, faşizm püskürtülemez.
4.4. Savaşın
teknik hazırlıkları Faşist işgal harekatında teknik olanakların büyük oranda
dengesiz olması bir savaşın kazanılmasında ciddi bir etken olabilmektedir.
Ancak tarihte dengesiz, bu tür şartlara rağmen direnen güçlerin uzun zaman
diliminde zafer elde edebildiklerini gösteren önemli örnekler de vardır.
Vietnam Savaşı buna denk düşmektedir. Eldeki tüm teknik olanakları en iyi
şekilde değerlendirmek için bir savaş stratejisi geliştirmek ve bu strateji
içinde savaşçıları ve teknik olanakları doğru konumlandırmak gerekir. Büyük
hava saldırılarına ve keşiflere karşı doğru harekat tarzı yaratılmadan ağır
silahların konumlandırılması önemli zayiatlara yol açabilir.
Yer üstü mevzilenmesini destekleyecek yeraltı
mevzilenmelerini yaratmak ve doğru tarza kamuflajlamalarını sağlamak savaşın
gidişatını önemli oranda belirleyebilir. Taktiksel geri çekilmelere ve güçleri
yeniden tahkim ederek tekrar ön cepheleri besleme girişimlerinde de teklemeler,
hızlı ve seri çalışamama durumları, mevzilerin bozulmasını beraberinde
getirebilmektedir. Burada da savaşa komuta eden mekanizmanın salt savaş anında
değil, aylar/yıllar öncesinden öncelikle kendisini savaşa göre konumlandırması
ve hazırlıkları en yüksek verim sağlayacak şekilde ele alması oldukça önemli
bir durumdur.
Kısa zamanda savaşa
en yüksek seviyede hazırlık ilkesi Sovyetler’in faşizmi alt etmesini
beraberinde getirmiştir. Stalin daha Hitler’in 1933’te Almanya’da başa geldiği
dönemde net olarak ifade ettiği gibi savaş kaçınılmazdı. Sovyetler 10 sene
içerisinde otuz yıllık bir hazırlığı sağlamak zorunda kalmıştı.
Bu hazırlık ideolojik, politik, örgütsel ve askeri alanda
yapılan bir hazırlık olması itibariyle başarılı bir sonuç vermiştir. Ödenen
bedel büyük olmuştur (21 milyon Sovyet halkı). Ancak elde edilen kazanım
insanlık tarihi açısından önemli bir mirastır ve faşizmin alt edilmesinin
örneği olarak günümüzde hala tüm ezilen halklara ışık olmaktadır. Bu tarihsel
miras burjuvazinin tüm çarpıtmalarına rağmen günümüze dek süregelmiş ve
aydınlık geleceğe açılan bir fener olma özelliğini korumaktadır.
Yukarıda anlatılan genel doğrular ve elde edilen dersler,
Serekaniye direnişinin ne denli zengin deneyimlerle dolu olduğunu bizlere
göstermektedir. Bir geri çekilmenin yaşanmasından o kentin ilelebet faşizme
bırakıldığı anlamı çıkarılmamalıdır. Bu topraklarda emperyalistler arası dalaş,
işgal, talan devam edecektir. Her gelişme geniş halk yığınları açısından
emperyalizmin daha fazla teşhir olmasını beraberinde getirmektedir.
Rojava işgali, faşist
Türk ordusunun genel kurmaylığında oluşturulan özel bir karargah üzerinden
sürdürülmektedir. Bu karargah İçişleri, Dışişleri, Savunma, MİT ve TSK’nın
kurmay heyetinden oluşmaktadır. İşgal bu karargah üzerinden koordine edilmekte
ve yönetilmektedir. Ayrıca bu karargaha bağlı olarak sınır hattında general ve
subaylardan oluşan pratik ve tatbik icradan doğrudan sorumlu olan karargah
bulunmaktadır.
Bu işgal saldırısına
TSK’dan Dersim’den, Bolu ve Kayseri’den getirilen dağ komando birlikleri, JÖH,
PÖH birlikleri, tankçı, topçu birlikleri ile hava birlikleri katılmaktadır.
Altmış bin askerden ve ekipman gücünden bir ordu teşekkül edilmiştir. Bu orduya
bir general komuta etmektedir. Yine TSK’ya bağlı çeşitli cihadist çetelerden
oluşturulan ve yaklaşık olarak otuz beş bin SMO gücü katılmaktadır. İhtiyaç
halinde bu güç Cerablus-İdlip hattından getirilen çetelerle tahkim
edilmektedir.
Rojava topraklarının
coğrafik yapısı genel olarak düzlük alanlardan, tarla ve bahçelerden
oluşmaktadır. Afrin bölgesi kısmen dağlık alanlar, çok derin olmasa bile
vadiler, kısmi ormanlık alanlara sahiptir. Geri kalan bölgenin büyük bölümü
küçük tepecikler, belli hatlar boyunca uzanan sırtlar, derecikler ve suni
kanallardan oluşmaktadır. Coğrafya genel olarak düz olduğundan, tarım arazileri
ve tarlalar ekilip biçilirken oluşan toz bulutundan korunmak ve iklim
koşullarından, yağmur-sel vb.den daha az etkilenmek için köy ve kasaba gibi
küçük yerleşim alanları arazide bulunan küçük yükseltiler üzerine kurulmuştur.
Köylerin genelinde kerpiçten yapılan evler bulunmaktadır.
Tuğladan yapılan evler daha çok Hıristiyan köylerinde bulunmaktadır.
Kasabalarda müstakil evler bulunmasına karşın genelde iki ya da üç katlı
evlerden oluşmaktadır. Bölgenin büyük şehirleri sayılan Qamışlo, Heseke, Derik gibi
şehirler kalabalık şehirlerdir. Yine bu şehirler de düzlük alanlar üzerine inşa
edilmiştir. Büyük şehirler ve kasabalar arasında tek hat üzerinde uzanan ana
yollar, bu yolları birbirine bağlayan bağlantı yolları ve köylere ayrılan ara
yollar bulunmaktadır. Bu noktada yakın bir örnek olması bakımından İsrail ve
Lübnan Hizbullah’ı arasında yaşanan savaştan ders çıkarılabilir.
Bilineceği üzere
Temmuz 2006’da İsrail ile Hizbullah arasında yaşanan “2006 Temmuz Savaşı” ya da
“İkinci Lübnan Savaşı”nda Hizbullah, İsrail’i bütün askeri kapasitesine ve
teknik üstünlüğüne rağmen yenilgiye uğratmıştı. Savaşın en önemli tarafı,
Hizbullah liderliğindeki Direniş Ekseni’nin yürüttüğü bir savaş olmasıydı.
Hizbullah için zafer taşıyan savaş, buna karşın İsrail varlığı için küçük
düşürücü bir yenilgiyi ifade etti. İsrail’in fiyaskosu, başarısızlık
kelimesinin taşıdığı tüm manaların hakkını verdi.
Ancak bu savaşın sonunda tek fiyaskoya uğrayan İsrail
değildi, Siyonist varlığı destekleyen “Batılı ülkeler” ve diğer tüm bölgesel
destekçiler de ağır bir yenilgiye uğradılar.
2006 savaşında Hizbullah’ın tünel ve yeraltı ağları
vasıtasıyla hem İsrail’in hava gücünden korunduğu hem de taktik ve operasyonel
istihbarat kapasitesine karşı koymaya çalıştığı ve bu sayede İsrail ordusuna kayıplar
verdirdiği bilinmektedir. Dolayısıyla doğru bir taktik üstlenmeyle savaşan
güçler arasındaki eşitsizlik, özellikle de düşmanın hava üstünlüğü minimalize
edilebilir.
4.5. Kürdistan’ı Yeniden Bölmek TC ordusunun askeri
olarak izlediği tüm strateji-taktik böyle bir arazi üzerinde gerçekleşmektedir.
Faşist ordunun izlediği strateji bütün bir Rojava sınır hattında ve Irak
Kürdistanı’nda; dahası dört parça Kürdistan arasında bağlantı hatlarını kesmek
Fırat-Dicle arasını bloke ederek bölgenin demografik yapısını değiştirmektir.
Bu stratejinin izlediği yol öncelikle bölgeyi belli parçalara ayırmak ve aşama
aşama alan doldurarak, yerleşerek ilerleme taktiğidir. Bu açıdan uzun vadeli
bir stratejidir.
Bu arazide TC ordusu
otuz-kırk kişilik çete grupları ile TSK’dan subayların esasta komuta ettiği
saldırı ve savunma kolları şeklinde hareket etmektedir.
Gerek Serekaniye gibi
şehirler gerekse de köy ve kasabaların alınmasında
TC ordusu iki, üç ve daha fazla gruplarla sıcak temas sağlarken başka gruplar zırhlı
ve piyade birlikler ile birlikte arazide tek kol şeklinde ilerleyip, hedefi
kuşatıp düşürmeye çalışmaktadır. Özellikle kasaba ve şehirlerde yöneldiği
hedefi öncesinde obüsler ve havadan bombalayarak kendi güçlerinin önünü
açmaktadır.
TC ordu güçlerinin bu savaşta tek avantajı güçlerine
sağladığı hava desteğidir. Savaşın sürdüğü alanın üzerinde ve çevresinde bir,
çoğunlukla iki keşif uçağı ile sürekli araziyi denetim altında tutmaya
çalışmaktadır. Türk ordusu ilk etapta hedefi kendi sınırlarının dışında bir
derinliği olan ve o derinliğe paralel olarak belirlediği hat boyunca köy ve
kasabalara yerleşerek işgal ettiği araziyi denetim altına alacak kuleler inşa
etmek, yol vb.lerin kontrolünü sağlayarak ulaşım hatlarını kesmektir.
Aynı mantığı bütün
Rojava için uygulamak istemektedir. Bölgeyi önce belli noktalardan parçalara
bölüp sonra her parçanın birbiri ile olan bağını kestikten sonra, her parçaya
ayrı saldırıp düşürmek istemektedir. Boylamasına ve enlemesine ilerleme taktiği
izlemektedir.
Bu stratejiye bağlı kalarak asimetrik savaş tarzının
tamamlayıcısı olan sızma, pusu, suikast gibi tarzları da etkin şekilde
kullanmaya çalışmaktadır. Afrin’den Serekaniye, Til Temir’e kadar savaşın
cephesi geniş bir coğrafyaya yayılmış bulunmaktadır.
4.6. Yurtsever-Devrimci Cephe
Direniş cephesinin yürüttüğü savaş, işgal saldırıları
karşısında kendi topraklarını savunma savaşıdır. QSD öncülüğünde Asuriler,
Süryaniler, Ermeniler ve Araplar bu savaşta kendi tabur güçleri ile yer
almaktadırlar. Komünist ve devrimci güçler de Enternasyonalist Özgürlük Taburu
(EÖT) içerisinde bu direnişin en ön saflarında işgalcilere karşı savunma savaşı
vermektedirler.
Enternasyonalist
Özgürlük Taburu gerek Halk Ordusu gerekse de YPG/YPJ ve diğer örgütlere bağlı
enternasyonal savaşçılar da çeşitli branşlarda direnişe katılmaktadır. İşgalin
başlamasından günümüze kadar savaşı direniş cephesinden doğru iki aşamaya
ayırabiliriz. Birinci aşama; düşman saldırılarının başladığı ilk günlerde
Serekaniye ve Tel Abyat’ta ortaya çıkan durumdur. Faşist işgal karşısında Tel
Abyat’ta bazı Arap aşiretlerinin ihanet edip işgalcilerin safına geçmesi ile
kentin düşmesi sonrasında direniş çevre köylerde küçük birimlerin vur-kaç
taktiği ile devam etmiştir.
Serekaniye cephesinde ise savaşın başlamasıyla birlikte şehirde
yaşayan halkın ezici bölümü şehri terk etmiş, şehir büyük oranda boşalmıştır.
Keza benzer bir durum askeri güçler için de geçerlidir. Hava saldırıları
karşısında büyük çoğunluğu yerel güçlerden oluşan askeri güçler geri
çekilmiştir. Direniş on gün boyunca komünist ve devrimci güçlerin de olduğu az
sayıda kadro niteliğindeki savaşçı tarafından sürdürülmüştür. Sonrasında
işgalcilerle ABD, işgalcilerle Rusya’nın anlaşma yapmasından sonra QSD bu
şehirlerden çekilmiştir. İlk saldırıdan sonra yaşanan kısmi dağılma hali, kısa
sürede farklı bir tarzın benimsenmesiyle tersine çevrilebilmiştir.
Yurtsever direniş cephesi, gerilla ve cephe savaşı
taktiklerini birleştiren bir konumlanma ile işgalci çetelerin saldırılarına
karşı küçük birimler halinde karşı operasyonlar yaparak yanıt vermektedirler.
Bu savaşta direniş güçleri, hafif ve orta düzey tüfekler, orta menzilli füzeler
ve kısmen de drone gibi araçlar kullanmaktadırlar. Güçler arasındaki
dengesizlik ilk etapta göze çarpan unsur oluyor.
Buna karşın sabotaj, suikast, pusu, vur-kaç gibi gerilla
tarzının, düşmanı yok etme/yıpratma, belli alanlara hapsetme babında düşman
psikolojisi üzerinde belli üstünlükleri vardır. Her ne kadar düşman da belli
oranda bu taktiklere başvursa da işgalci bir güç olması, arazi hakimiyetinin
zayıf olması ve en önemlisi üzerinde hareket edebileceği arazi parçasına daha
fazla ihtiyaç duymasından kaynaklı bu taktikleri etkili kullanamamaktadır.
İşgal edilen köylere ani baskınlar yapmak, düşmanın geçiş
hatlarını mayınlamak, füze türü silahlarla zırhlı araçları ve sabit kullanılan
üsleri yok etmek bu savaştaki temel taktiklerdir. Diğer bir avantaj da, savaşı
belli başlı cephe hatlarına mahkum etmeden direnişi her alana yayma taktiği
direniş cephesinin avantajları arasındadır. Küçük birimler halinde, kendi
içinde hareketli birimlerle hızlı baskınlar düzenlemek, düşmanın arzu ettiği
bir savaş biçimi değildir. Bunun yanında köy ve kasabaların savunulması
anlamında da direniş güçleri gerilla mantığı ile hareket etmekte ve konumlanmaktadırlar.
Ulusal hareket
nezdinde dezavantajlı olan durum, emperyalistler arasında süregiden anlaşma,
rekabet denklemine fazlasıyla dahil olmuş olmalarıdır. Bu durum direniş
cephesinin devrimci enerjisini sakatlayan temel unsur durumundadır.Adına
diplomasi denilen özünde egemen güçlerin rekabet alanı olan masabaşı
görüşmelere umut bağlamak kırılmalara ve halk nezdinde güvensizleşmeye
dönüşmektedir. İşgal saldırılarının emperyalist karakterini gölgeleyen diğer
bir yan da burasıdır. Hakeza emperyalistler bu savaşın içerisinde doğrudan yer
almaktadır. Direnişin boyutuna göre savaşın gidişatına yön vermektedirler.
Doğrudan cephe
hatlarında Rusya ve ABD askerleri de bulunmaktadır. Yine Rusya ile koordineli
şekilde Esad’a bağlı güçler, kendi çıkarları doğrultusunda bazen işgalcilerle
çatışırken QSD’yi kendi kontrolüne çekmek için bazen de cepheden çekilerek
güçler arasındaki dengeyi değiştirmeye çalışmaktadırlar. İşgal süresince Esad
rejimi birçok defa işgale karşı çıkacaklarını beyan etse de esas itibariyle
işgalin gerçekleşmesine sessiz kalmıştır. Rejim
güçlerinin TC güçlerine ve çetelerine karşı çıkacak iradesi bulunmamaktadır.
Rus emperyalizmine olan bağımlılığı vesilesiyle TC’ye karşı mücadele istemi
Rusya’nın icazetine bağıdır.
Rejim bir yanı ile QSD ve EÖT güçlerinin direnişine muhtaç
durumda iken diğer yanı ile bu güçlerin işgalde önemli oranda yıpranmasını arzu
etmektedir. Esad’ın “QSD, Suriye Arap Ordusu’na katılmalıdır!” çağrısının
altında esas olarak, Kürt ulusunun kazanımlarının, Rojava kazanımlarının teslim
alınmak istenmesi yatmaktadır. TC, Suriye rejimi, İran devleti mesele Kürtlerin
özgürlüğü olduğunda birleşmekte beis görmemektedirler. İşgal sonrası Esad
rejiminin bir süre sessiz kalması, çağrılarla ve açıklamalarla yetinmesi, QSD
güçlerinin zayıflamasını beklediğini apaçık ortaya koymuştur. Esad rejimi işgal
saldırısıyla zayıf düşecek QSD’nin kendisine teslim olacağını ummuştur.
Ancak tüm zorluklara ve Rojava halkının devletler nezdinde
destek bulamadığı bu süreçte yaratılan direniş, Suriye rejimi ve Rusya’nın
hesaplarını bozmuştur. Sınır hatlarının korunmasının Esad rejimine bırakılması
sonrasında görülmüştür ki, rejimin “kendi sınırlarım” dediği hatları dahi
koruyamamış, QSD’ye ve EÖT güçlerine muhtaç kalmıştır ve bu durum, hala geçerliliğini
korumaktadır.
Bir yanıyla Rojava, Suriye rejimi için bir tampon diğer
yanıyla da tekrar elde etmesi gereken “vatan topraklarıdır.” Bu ikili durum
gerek Özerk Yönetim’e gerekse de Esad rejimine manevra alanları açmakta, destek
ve birbirlerini kollama politikası iç içe devam etmektedir.
Bu
savaşta şimdiye kadar sabotaj grubundan biri DKP/B diğer ikisi DKP/BÖG olmak
üzere üç devrimci direniş hattında şehit düşmüş, TKP-ML TİKKO’ya bağlı iki
gerilla hafif yaralanmıştır. Ceren, Aynur, İmran yoldaşlar faşist işgalcilere
karşı savaşta militan öncü nitelikleri ile şimdiden kazanılacak zaferin hangi
yoldan geçerek başarıya ulaşacağını dost düşman herkese göstermişlerdir.
Savaşın kaderi bu yoldaşların ortaya koyduğu direniş çizgisinde
bulunmaktadır.
5. Ortadoğululaşma Perspektifi ve Rojava Devrimi’nin Garantisi olarak
Türkiye’de Devrim
TC faşist düzenine karşı yıllardır mücadele yürüten
komünist, devrimci, yurtsever, ilerici ve demokratların ödedikleri bedeller
sayesinde belli kazanımlar açığa çıkmıştır. Ancak TC faşizmi açığa çıkan
kazanımları bastırmak için neredeyse her 10 senede bir darbe-muhtıra yaparak
ülkede sıkıyönetim ve OHAL ilan ederek kazanımları tekrar bastırmıştır.
Yine son 10 yılda yaşananlar bundan farksız olmamış, 2015
sonrası ile birlikte başta devlet içinde olmak üzere tüm ülkede kendisine
muhalif olan klikleri ve her kesimi bastırarak Cizre, Sur, Silopi ve daha
birçok Kürt kentinde öz yönetim direnişlerine karşı katliam yaparak faşist
politikasını Rojava’nın işgal edilmesine kadar vardırmıştır. TC egemenleri
Bab-Cerablus hattı başta olmak üzere, Afrin ile başlayan işgal sürecini
Rojava’yı işgal ederek derinleştirirken, Kürt ulusunda Türkiye’de olası bir
devrim düşüncesinin daha fazla yaygın hale gelmesini sağlamaktadır.
Bugün Kürdistan’ın dört parçasında yaşayan halkın önemli bir
kesimi, Kürdistan’ın varlığının garantisi olması açısından faşist TC
iktidarının devrilmesi gerektiğinin farkına varmış durumdadır. Bu anlamda dört
parça Kürdistan’daki ezilen Kürt ulusunun Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi’ni
desteklemelerinin altında bu mantık yatmaktadır. Faşist TC egemenliğini
sürdürdüğü sürece Kürtlere rahat nefes aldırmayacağını Kürt ulusu Rojava işgali
ile daha fazla bilince çıkarmıştır.
Sınıf hareketlerinin Kürdistan’da zayıf olmasına rağmen gerek
köklü hareketler olmaları sebebiyle gerekse de TC’nin Kürtlere uygulamak
istediği soykırımdan kaynaklı olarak genel Kürt halkı içinde sempati ile
karşılanmaktadırlar. Bu durum, Proletarya Partisi’nin Ortadoğu coğrafyasına özelde
Kürdistan’ın dört parçasına uygun politikalarla hareket etme zeminini
güçlendirmektedir. Faşist TC ile
çelişkileri en yoğun yaşayan kesim olarak Kürt ulusu içinde çalışma yürütmenin
bedeli oldukça ağırdır ve sekiz yıldır süren direniş/özgürlük hamleleri ve
ortaya konan direnişte onlarca devrimci Rojava Devrimi’nin savunulmasında şehit
düşmüştür.
Proletarya
Partisi’nin Martegeri Nubar Ozanyan’ın
bu topraklarda şehit düşmesi, ardından onun adına bir taburun yaratılmasını
beraberinde getirmiştir. Bu aynı zamanda o topraklarda yaşayan Ermeni halkının
direniş saflarında yerlerini alması anlamına gelmektedir.
Bedelleri ağır olan bu ilişkilenme Türkiye Devrimci
Hareketi’nin (TDH) on yıllardır “ihmal ettiği” bir alanı tekrar doldurması
anlamına gelmektedir. Bu elbette bugünden yarına gerçekleşecek bir durum
değildir. Dahası, salt Kürt ulusu ile değil, Arap, Süryani, Ermeni, Asuri,
Farsi ve daha birçok milliyetten halk Türkiye sınırının hemen öte yakasında
TC’nin politikalarından birebir etkilenmektedirler.
Bu etkileniş, Ortadoğu’da yaşayan halkların aynı zamanda TC
başta olmak üzere tüm egemen güçlere olan öfkesini artırmaktadır. Ortadoğu’da
çizilen sınırları aşan bir diğer olgu ise göçmenlik ve mültecilik
meseleleridir. Özellikle Rojava halkının en fazla yaşadığı durumdur göç. Halkın
önemli bir kesiminin akrabaları Türkiye’de veya Avrupa’da yaşamaktadır.
Bu durum Ortadoğu’nun kentleri arasındaki iletişimin ve
etkileşimin daha hızlı bir seyir izlemesini beraberinde getirmektedir. Bölge
kentleri eskiye oranla birbirlerine daha yakındır. Sınıf çalışması bu anlamda
daha geniş alanda etkisini daha hızlı bir şekilde göstermektedir. Türkiye’nin
büyük kentlerinde sanayi veya merdivenaltı atölyelerinde çalışanların bir
kesiminin doğrudan Suriye, Irak, Afganistan veya Kürdistan’ın diğer parçalarında
yaşayan halklarla akrabalıkları, çalışma alanlarımızın ne denli geniş
olabileceğini bizlere göstermektedir. Mülteciliğin getirmiş olduğu bu durum biz
Türkiyeli devrimcilere hem mültecilerin demokratik haklarının savunulması
görevini yüklerken, diğer yandan onlarla iletişimi sağlam temellere oturtmak
için dil zorunluluğunu da beraberinde getirmektedir.
Kürtçe dilinin
Kurmanci ve Sorani lehçeleri başta olmak üzere Arapça, Ermenice ve Farsça gibi
dilleri asgari düzeyde öğrenen her devrimcinin Ortadoğu’da çalışma niteliği o
derece artmaktadır. Hangi alanda çalışma yürütülürse yürütülsün, o alana dair
asgari düzeyde bir sosyo-ekonomik çalışmanın yapılması bir devrimci yapı
açısından olmazsa olmaz bir durumdur. Bu kitle çalışması, sınıf çalışması ve kitle
temelinin sağlamlığı açısından önemli bir durumdur.
En ezilen kesimleri açığa çıkarmak, çeşitli katmanların ve
sınıfların tahlilini yapmak, palazlanan, işbirliğine veya mücadeleye meyilli
kesimleri açığa çıkarmak ve tüm bu kesimlerle ilişkilenmenin yol ve
yöntemlerini aramak gibi görevler, devrimcilerin omuzlarında durmaktadır.
Rojava ulusal demokratik devrim deneyimi/kazanımları, bu
kazanımların uygulanış biçimleri ve kitlelerin elde edilen kazanımları sahiplenme
kararlılıkları şüphesiz ki devrimci hareket içinde muazzam bir deneyim
oluşturmuştur. Rojava toplum sözleşmesi, kadınların mücadelelerini en ileri
boyuta taşıyarak elde ettikleri haklar, komün deneyimleri, çeşitli
milliyetlerin özerk sivil ve askeri meclis yönetimleri ve bir arada yaşam
pratikleri, her etnik grubun kendi dilinde eğitim görme hakları ve kültürel
haklarda yaşanan serbestlik Ortadoğu coğrafyasında yaşanmış en ileri yönetim
deneyimini ortaya koymaktadır.
Sınıf devrimlerinde
dahi tüm sorunların bir devrim ile aşılmayacağı gerçeği bilimsel bir gerçeklik
iken Rojava’da yaşanan demokratik devrim sürecinin de aşamadığı sorunlar
mevcuttur. Tüm komşu devletlerin Rojava Devrimi’ne karşı olmaları gibi dışsal
faktörlerin yanı sıra içsel olarak tüm sınıf ve tabakalarla uzlaşan bir yönetim
biçimi olması can alıcı bir faktördür. Geniş toprakları elinde tutan aşiretler
ile topraksızları aynı mecliste ulusal veya etnik grup çatısı altında
buluşturma siyaseti, gericiliğin ve faşizmin tehlike saçtığı dönemler için
işlevsel olabilir.
Ancak zaman içinde sınıfsal çelişkiler kendisini
hissettireceğinden Rojava Devrimi de bir yol ayrımına gelecektir. Bu durumda
devrimci ve komünistlerin tavrı sınıftan yana olacaktır.
Bu durumu şimdiden görmek ve perspektifi buradan doğru oluşturmak gerekecektir.
BİTTİ