"Maoizm başarısız oldu' şeklindeki yorumlar, gerçeğin
üstünü örtüyor. Sahada görülen, Maoizm’in değil, Maoist hareketin revizyonist
dönüşümünün krizidir."
26 Eylül 2025
Geçtiğimiz hafta Nepal’de “Z Kuşağı İsyanı” (yaş aralığı
13–28 gibi tanımlanan kuşak) olarak kodlanan isyan, en son başbakanın istifa
ederek ülkeden kaçması, kimi sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yapılan
görüşmeler sonucu, Nepal’in ilk kadın başyargıcı olan Sushila Karki’nin geçici
başbakan olarak göreve başlaması vb. bir dizi gelişme ve tartışmayı
tetikleyerek uluslararası kamuoyunda yer edinmeye devam ediyor.
Olayların başına dönersek, isyanın tetikleyicisi, Eylül
2025’in başında hükümetin ani ve geniş kapsamlı bir sosyal medya yasaklaması
kararı oldu: Hükümet, yeni kayıt/vergilendirme kurallarına uymadığı
gerekçesiyle çok sayıda platforma erişimi engelledi.
Bu karar, yalnızca dijital iletişimi kesmekle kalmadı;
gençlerin çevrimiçi varlığını ve geçim/örgütlenme kanallarını doğrudan hedef
aldı. Ancak, Gezi İsyanı’nda nasıl tek-esas mesele “üç-beş ağaç” değildiyse,
Nepal’de de gençliği sokaklara döken sadece sosyal medya yasağı değildi:
Yıllardır biriken ekonomi-politik kriz (genç işsizliği,
yurtdışı havalelere bağımlılık, yaygın yolsuzluk, siyasal kurumlara duyulan
güvensizlik) vardı ve bu yasak, bu birikmiş öfkenin kıvılcımı oldu.
Katılımcıların omurgasını “Z Kuşağı” olarak tanımlanan kuşak
oluşturdu:
Büyük ölçüde 1997–2012 arası doğmuş, kent merkezli, sosyal
medyada ve dijital platformlarda aktif gençler. Hareketin örgütlenme biçimi ise
kısmen geleneksel örgütlerden farklıydı: Discord, Instagram ve benzeri kanallar
merkezi koordinasyon için kullanıldı; Bazı genç odaklı sivil inisiyatifler
sahada öncü isimler olarak öne çıktı.
Bir başka belirleyici özellik de hareketin büyük oranda
önderliksiz olmasıydı; yüz binleri bulan sokak katılımlarında resmi bir
hiyerarşi yoktu; bunun sonucu olarak eylemler hem spontan hem de çeşitli
yönelimlere açık kaldı.
Bu yapısal özellikler hareketi hızlı, esnek ve yayılabilir
kıldı.
Nepal’deki Z Kuşağı isyanının, tüm dünyada olduğu gibi,
dijital çağda büyümüş, işsizlik, geçim sıkıntısı, nepotizm ve “sözde
demokrasi”den bıkmış gençlerin hareketi olduğunu söylemeliyiz. Hareketin
tetikleyicisi sosyal medya yasakları veya belirli bir skandal olabilir ama esas
sebep, gelecek beklentisinin yitirilişi ve siyasal kurumlara duyulan
güvensizliktir.
Bu dalga önderliksiz ve bazen aceleci, spontane eylemlerle
kendini gösteriyor; bu karakteriyle hem devrimci potansiyel hem de
manipülasyona açık zemini de içinde barındırıyor. Diğer yandan yaşanan
çatışmalarda onlarca insan ölmesi, hükümetin düşürülmesi ve kamu binalarının
hedef alınması, hareketin ne kadar derin kırılmalar yarattığını ortaya koyuyor.
Protestolara polisin ve daha sonra ordunun saldırısıyla
şiddetin düzeyi yükseldi ve egemenler bir kez daha baskı ve şiddetle bir halkı
evlerine gönderemeyeceklerini gördü. Polisin saldırısı sonucu çıkan sokak
çatışmaları, kamu binalarına yönelik kundaklama ve şiddetli çatışmalar yaşandı.
Resmi ve güvenilir haber akışlarının verdiği sayılar ülke
çapında onlarca, daha sonra yüzleri bulan ölümler; binler düzeyinde yaralı;
önemli devlet binalarında hasar olduğunu ve parlamento ile bazı yönetim binalarının
yakıldığını gösteriyor.
Bangladeş’ten sonra bir başbakan daha ülkeden kaçmak
zorunda kaldı
Bunun elbette siyasi sonuçları da olacaktı ve oldu da;
hükümetin bazı yetkileri askıya alındı; ordu kent merkezlerinde devreye girdi
ve geçici bir güç dengesi oluştu. Protestoların hemen ardından sosyal medya
yasağı kaldırıldı ve halihazırda ülke günlük hayata kademeli olarak dönmeye
çalışıyor.
Hemen her büyük halk hareketinde olduğu gibi burada da “dış
müdahale” gecikmedi. Nitekim, hareketin öncülüğünü ele geçiren kesimlerin
seçtiği Sushila Karki’nin Hindistan’ın onayından geçmesi ve Dalai Lama’nın
kutlamalarına mazhar olması, bu ve benzer kitlesel isyanların önümüzdeki
süreçlerde yeniden gündeme geleceğini gösteriyor.
Sokaklar yatışmış da olsa, “gelenin gideni aratacağı” bir
süreç yaşanacağına işaret ediyor.
Diğer yandan, ortada geniş bir kitleye dayanan, doğrudan
Nepal devletinin ve mevcut hükümetinin içinde bulunduğu yozlaşma, işsizlik,
yolsuzluk, nepotizm bataklığına karşı yıkıcı bir öfke mevcuttu ve bu kitlesel
öfkenin dış destekle üretilemeyeceği açıktır.
Kısacası tarih, toplumsal patlamaların (ya da kendiliğinden
hareketlerin) çok-katmanlı olduğunu gösterir.
Dış aktörler denilen emperyalistler, bazı taktik olanaklar
sağlayabilir veya kitleleri provoke etmeye çalışabilir; fakat milyonların
sokaklara dökülmesinin ana nedeni kronik ekonomik ve siyasal
çürümedir ve kesinlikle meşrudur.
Bu hareket birdenbire ortaya çıkmış olarak görünse de,
elbette öncü sarsıntıları mevcuttu. Zira halkın yaşamı ile ülkeyi yönetenlerin
yaşamı arasındaki bunca uçurum, kör göze parmak gibi apaçık ortadayken aksi de
düşünülemezdi.
Daha Ocak 2004’te Nepal’deki işsizliği protesto eden büyük
bir kitle hareketi olmuş, bu eylemlere de polisin saldırısı sonucu iki kişi
yaşamını yitirirken yüzlerce kişi de yaralanmış ve tutuklanmıştı. Yine bir
önceki yıl gençlik kitleleri “Okul Eğitimi Yasa Tasarısı”na karşı sokağa çıkmış
ve yine polis şiddetiyle karşılaşmıştı.
Daha öncesinde de çeşitli öğrenci sendikaları, petrol
ürünleri fiyatlarını artırma kararının geri çekilmesi için gösteriler
düzenlemişti.
Nitekim, Kiran önderliğindeki Nepal Devrimci Komünist Parti,
Z Kuşağı isyanının hemen arefesinde 19 Haziran’da ülkenin en önemli
sorunlarından biri olarak yolsuzluğa işaret etmiş ve kırsal kesimleri de dahil
ettikleri bir kampanya başlatmıştı.
Bu tespit, Mart ayından bu yana Nepal’in dört önemli
noktasında yürütülen “Halkla İlişkileri Geliştirme Kampanyası”nın bir sonucu
olarak, kitlelerin talebi doğrultusunda başlatılmıştı. Yani Nepalli Maoistler dipten
gelen dalgayı ve bu dalganın temel sinir ucunu doğru bir şekilde analiz ederek
hareket etmişlerdi.
Nitekim, isyan başladığında da bu dalganın içinde yer
aldılar.
Maoizm’e saldırmanın dayanılmaz cazibesi
Nepal’deki Z Kuşağı isyanını savunan-savunmayan birçok
kesim, söze Maoistleri hedefe koyarak başlıyor. Açık söylemek gerekirse,
Nepal’de bugün yaşanan her tartışmanın dönüp dolaşıp Maoizm’e bağlanması
tesadüf değildir.
Z Kuşağı isyanının ardından burjuva çevreleri, Troçkistler
ve her türden sol liberal, gençliğin öfkesini Maoizm’in iflası gibi sunmaya
çalışıyor. Oysa bu, en kaba çarpıtmadır. Çünkü Nepal’de “Maoist” adıyla
hükümete gelenlerin, halkın hafızasında “ihanet” ile özdeşleşmiş olanların,
çoktan Maoizm’le bir bağları kalmamıştır.
Bu gerçeği görmeden “Maoistler hükümetteydi, başarısız
oldular” demek, hem tarihe ihanettir hem de bugün gençliğin öfkesini yanlış
adrese yönlendirmektir. Bu mesnetsiz ideolojik saldırıyı püskürtmek için
MLM’lerin gerçekleri olduğu gibi ortaya koyması elzemdir.
Bilindiği gibi, 1994’te kurulan Nepal Komünist Partisi
(Maoist) önderliğinde 1996’dan 2006’ya kadar süren Halk Savaşı, kırsal Nepal’de
adım adım iktidarın kurulduğu, halk meclislerinin, özyönetim organlarının
hayata geçirildiği on yıllık büyük bir devrimci hamleydi.
Nepal devleti tarihte ilk kez bu kadar geniş alanlarda
kontrolünü yitirmiş, kitleler kendi iktidar organlarıyla yönetilmeye
başlamıştı. Hindistan ve Çin gibi iki ülkenin arasına sıkışmış bu küçük
coğrafyada, dünyanın çatısında kızıl bir bayrak dalgalandırıyordu ve bu
bayrağın üzerinde de hiç kuşkusuz Maoizm’in imzası vardı.
Bu başarılı hamle, dünya MLM hareketi için de moral ve
motivasyon kaynağıydı kuşkusuz. Ancak 2006’dan itibaren -yani Nepal devriminin
en kritik aşamasında- MLM çizgiden sapan NKP(Maoist) önderliği, halkı ve
devrimi büyük bir ihanetle başbaşa bırakmıştı.
Kuşkusuz, bu ihanetin ideolojik temeline dair sinyaller
birdenbire ortaya çıkmamıştı. Özellikle 2003 yılında gerçekleştirilen Parti MK
Plenumu’ndan, “21. yy’da demokrasinin gelişimi üzerine” başlıklı bir rapor
geçmiş, revizyonizmin tüm kodları bu raporda yer almıştı.
O raporda, “feodalizme ve dış emperyalist güçlere karşı olan
bütün siyasi partiler arasında barışçıl bir rekabet”in mümkün olabileceği iddia
edilmekte ve “feodalizme ve dış emperyalist müdahalelere karşı olduğu müddetçe,
belli bir anayasal düzende (yani devrim öncesinde de) çok partili rejim
varlığını sürdürebileceği” öne sürülmüştü.
Bu tezin anlamını Hindistan Komünist Partisi (Maoist) başta
olmak üzere MLM parti ve örgütler şu şekilde açıklamıştı:
“Devrim
yoluyla alaşağı etmek yerine hakim sınıf partileriyle barış içinde bir arada
yaşamak; göstermelik parlamento seçimlerinde emperyalizmin veya dış gericiliğin
yardakçılığını yapan hakim sınıf partileri dahil olmak üzere bütün diğer
partilerle barışçıl rekabet; sosyalizmin inşası sürecini objektif olarak
belirsiz bir tarihe ertelemek; kitlelerin geri kalmışlığından istifade eden
komprador-feodal gerici güçlerin iktidara gelmesinin önünü açmak ve demokrasi
ve milliyetçilik adı altında hanedanın ve yabancı gericiliğin veya burjuva ve
küçük burjuva güçlerin etkili dönüşünün yolunu açmak, onların, toplumun
kazanılmış haklarını gasp etmelerine, toplumu sosyalist yönelimden alıkoyarak
kapitalist yola yöneltmelerine neden olmak…”
Yine
aynı belgede; uzun süreli halk savaşının ve genel silahlı ayaklanma
stratejilerinin kaynaştırılması yani “füzyon teorisi” ortaya atılmış ve devrimi
başarıya ulaştırmada çok kritik bir aşamaya getiren Halk Savaşı Stratejisi
reddedilmiş, en iyi tarifle de sulandırılmıştı.
Bu ve benzeri sağ oportünist tasfiyeci teoriler de
“Prachanda Yolu” olarak tanımlanmıştı. Yani 2001 yılında başlayan MLM çizgiye
dair kırılmalar, 2006 yılında artık açık revizyonist bir hatta bürünmüştü.
O zamana kadar yine de bir şekilde yaşama geçirilen devrimci
hat, ateşkes görüşmeleri, saray darbesi sonrası yeni ittifak arayışları derken
adım adım erozyona uğratıldı. Sonunda 2006’da Prachanda ve Baburam’ın imza
attığı “Kapsamlı Barış Anlaşması” ile halk hükümetleri feshedildi, Halk
Kurtuluş Ordusu kamplara kapatıldı, devrimci mevziler teslim edildi.
Bu, devrimci stratejinin taktik bir ara durağı değil, kökten
terk edilmesiydi.
Prachanda’nın parlamentoya geliş süreci, başbakanlık
periyotları ve nihai itibariyle meşruiyet kaybı, kitlelerde büyük bir hayal
kırıklığı yarattı; bunun somut siyasal sonuçları 2008’den itibaren görüldü ve
ilerleyen yıllarda Prachanda’nın çeşitli koalisyon ve güven oylamalarında
yaşadığı sorunlar bunu teyit etti.
Bilinçli yöneltilen çarpıtmaları bir kenara bırakırsak,
Nepal halkının öfkesini bugün yönelttiği iktidar, bir dönem devrim adına umut
yaratan kadroların zamanla sisteme eklemlenmesinin bir sonucu olarak ortaya
çıkmıştır.
Bu süreç, halkın gözünde devrimci bir programın değil, düzen
içi çözümlerin hâkim kılındığını gösterdi. Dolayısıyla meydanlarda yankılanan
talepler, Maoist devrimin yenilgisine değil; devrim iddiasının revizyonizm
tarafından tasfiye edilişine karşı bir tepki-öfke niteliğindedir.
Ve bu tepki-öfke baştan sonra kadar haklıdır, meşrudur.
Gençliğin isyanı, yozlaşmış devlet düzenine, işsizliğe,
yolsuzluğa, Hindistan’ın ve diğer emperyalistlerin vesayet ilişkilerine
yönelmiştir. Buradan Maoizm’i suçlamak, halkın öfkesini yanlış hedefe çekmekten
başka bir işe yaramaz.
Tam tersine, Maoizm’in gösterdiği yol, gençliğin isyanının
da çıkışını gösterir. Çünkü o yol kitlelerin kendi iktidarını kurma yoluydu.
Revizyonizmin bu yolu yarıda kesip burjuva parlamenter düzene teslim olmasının
altından çok sular aktı.
Hatta, Z Kuşağı isyanının yerle bir ettiği hükümette,
revizyonist ve artık ABD emperyalizmi ve Hindistan yayılmacılığının bir
kuklasından ibaret olan, yolsuzluğa boğazına kadar batmış olan Prachanda bile
barınamamış, Temmuz 2024’te ayrılmak zorunda kalmıştı.
Bugün yapılması gereken, Maoizm’in revizyonizmle
karıştırılmasına izin vermemektir. Nepal halkı ve isyan eden gençlik, ihanet
edenlere değil, gerçek devrimci çizgiye bakmalıdır. Ve dış güçlerin, “Sorosçu
kalkışma” gibi suçlamaları da gerçeği değiştirmez:
Evet, emperyalizm gençliğin isyanlarını manipüle etmeye
çalışabilir ama isyan eden kitlelerin öfkesi sahicidir, haklıdır. O öfke Nepal
devletine, yozlaşmış hükümetlere, revizyonizme karşıdır. Maoizm’e değil.
Tarihsel olarak ise ya bastırılmış veya parlamenter sisteme
eklemlenip etkisizleştirilmiş öfkenin organik, genç ve ağırlıklı olarak kent
merkezli dışavurumudur.
Dolayısıyla, “Maoizm başarısız oldu” şeklindeki yorumlar,
gerçeğin üstünü örtüyor.
Sahada görülen, Maoizm’in değil, Maoist hareketin
revizyonist dönüşümünün krizidir. Gençlerin öncülüğünde gelişen bu yeni dalga,
Nepal halkının hala devrimci çıkışlara açık olduğunu, ancak geçmişteki
uzlaşmalarla kirlenmiş deneyimlerin dışında bir yol aradığını ortaya koyuyor.
Nihayetinde gençliğin başlattığı ve kısa sürede geniş
kesimlerin katıldığı bu öfke dalgası, Nepalli emekçilerin devrimci özlemlerinin
hala diri olduğunu göstermektedir.
Bu durum, halkın yeniden kendi yolunu aradığını, geçmişteki
ihanetlerden ve oyalamalardan bağımsız bir çıkış arayışına yöneldiğini ortaya
koymaktadır.
https://www.yüzçiçekaçsın.de/2025/09/analiz-nepal-dunyann-catsnda-yeni-bir.html