13 Eylül 2025 Cumartesi

Nepal Komünist Partisi-Maoist’in Başkanı deklare etti!--12 Şubat 2013-(Bugünü dünden anlamak)

Nepal Komünist Partisi-Maoist’in Başkanı deklare etti:

“Yeni demokratik devrim bizim politik çizgimizdir”

 

“Burjuva devleti, demokrasiyi tesis etmezse…silahları ele alacağız.”

 

Revizyonist-burjuva Birleşik Nepal Komünist Partisi (Maoist) içinde ayrılık yaşanır ve Nepal Komünist Partisi-Maoist (yeniden) kuruluşu, uluslararası devrimci Maoistler arasında yüksek umutlar oluştururken, revizyonizmden tam kopuşun nasıl sağlanacağına dair bir tartışmayı da ortaya çıkardı.

 

Ortaya çıkan yeni çizginin görüşleri tam olarak açıklanmadı, fakat politik çizgi üzerine süren ve gelişmekte olan mücadelenin bazı işaretleri kamuoyuna açık toplantılarda gün yüzüne çıkmakta. Eski Halk Kurtuluş Ordusu savaşçıları ve şehir-merkezli çalışma planları ile ilgili kaygıları olan diğerleri arasında eski kurtarılmış üs bölgelerindeki mücadeleler ve Çin, Kore ve Hindistan’ın yeni-Maoist revizyonistleri ile diplomatik ilişkiler konuları tartışılmakta.

 

Bu konular Nepalli ve devrimci yolu takip etmeye devam eden enternasyonalistler tarafından gözlemlenirken, yoğunlaştırılmış “merkezcilik” ve revizyonist ve devrimci çizginin ilkesiz bir şekilde “uzlaşması” endişesi ve tehlikesi mevcut.

 

 Aşağıdaki makale bu merkezciliği gösterebilir, ya da gösteremeyebilir. Emin bir şekilde Leninist ve Maoist anlayışı savunan diğerlerinin devletin sınıfsal yapısı anlayışına yanıtı henüz açıklanmadı.

 

Bizler, önümüzdeki süreçte yaşacak gelişmeleri endişeli bir şekilde takip ediyor ve bu yeni partinin Prachanda ve Baburam’ın revizyonist ellerindeki NBKP(Maoist)’in olduğundan daha yenilikçi (ve verimli) mücadeleleri yaşama geçireceğini umut ediyoruz. (Frontline editörü)

 

 

Katmandu, Ocak 17: NKP-Maoist, geçtiğimiz Çarşamba (16 Ocak) günü eğer devlet iktidarı halkın haklarını garanti altına almazsa partinin silahları eline alacağı konusunda bir uyarı yaptı. Parti tarafından organize edilen bir basın toplantısında, gerçekleştirilen 7. Kongrenin sonuçları üzerine yapılan konuşmanın ardından, NKP-Maoist, ayaklanma için zamanın politik durum tarafından belirleneceği bilgisini verdi.

 

NKP-Maoist’in yeni seçilen başkanı Mohan Baidya (Kiran), halk ayaklanmasının koşullarının sorulması üzerine “Halka haklarını verin. Eğer halk haklarını elde ederse, kim silaha sarılır? Kimse. Devlet neden daha önceki anlaşma ve teminatlara göre halkın haklarını sağlamak yerine komplo kurmaktadır?

 

 Eğer hakları halka verilmezse, emin olun silahlar tekrar ele alınacaktır” dedi. Kiran şöyle devam etti:

 

“(Ayaklanmanın) zamanlaması koşullar tarafından belirlenecektir… Ne zaman ki koşullar bizi buna mecbur bırakacak, o zaman biz halk ayaklanmasını ya da halk savaşını başlatacağız, çünkü kimse hevesinden ya da bazı liderlerin çıkarları nedeniyle silah kullanmaz. Koşullar öyle gerektirdiği zaman, biz bu düşünceden vazgeçmiş bile olsak, silahla başka güçler tarafından ele alınacaktır.

“Kongre, on yıllık halk savaşının temeli üzerinden bir halk ayaklanması başlatmayı politik çizgi olarak benimsedi. Parti çizgisine göre halk savaşının temeli halkın hükümeti, halk mahkemeleri ve halkın kurtuluş ordusudur. İsyan sürecindeki savaş, halk hükümeti ve halk mahkemeleri deneyimi Maoistlerin halk ayaklanmasının temeli olacaktır.”18 Ocak 2013

Yeni kurulan NKP-Maoist, yedinci Genel Kongresini gerçekleştirdi. Kongrede “halk isyanı” partinin politik çizgisi olarak belirlenirken, aynı zamanda Başkan Mohan Baidya (Kiran) öncülüğünde 51 kişilik Merkez Komite de seçildi.

 

Baidya, Republica’dan Kiran Pun’un sorularını yanıtladı.

 

– 28 yıl aradan sonra partinin başına seçildiniz. Ne hissediyorsunuz? Her ikisi de kritik olan süreçlerdi, herhangi yeni bir şey ya da farklılık var mı?

 

– Dört genel kongrede merkez komite üyesi olarak seçilmiştim ve 1994’de beşinci ulusal kongrede parti genel sekreteri olarak seçildim. Yani, esas liderlik görevini üstlenmeyi artık arzu etmiyorum.

Şu anda bir yığın meydan okuma görüyorum, halk ve ülke için meydan okuma. Burada soru, bu negatif ve pozitif meydan okumalarla yüzleşerek nasıl ilerleyeceğimizdir.

 

Şu anda öyle bir noktadayım ki, hem bir devrimci olarak ve hem de kötü anlamda ünlü olabilirim. Mao yoldaştan bir alıntıyı hatırlıyorum, insanlar çok yükseğe ulaştıktan sonra en dibe düşebilir şeklinde.

Eğer parti kadrolarının ve halkın yardımını alabilirsem, zorlukların üzerine gidebilirim. Sorun kitle çizgisini ve halkın çıkarlarını nasıl uygulayabilirimdedir.

 

– Siz her iki seferde de çok kritik koşullarda seçildiniz, bu iki durum arasında bir fark hissediyor musunuz?

 

– Ben her zaman devrimin idealist yolu için var olmuşumdur. Prachanda’nın da böyle olduğunu düşünüyordum. Prachanda partinin esas liderliğine geldikten sonra, bir daha partinin esas liderliği görevini üstlenmeyeceğimi düşünmüştüm. Fakat, bu doğaldır, böyle şeyler gerekiyorsa olabiliyor.

 

– Sizce lider olmak mı lider yapmak mı daha kolay?

 

– Her ikisi de karmaşık.

 

– Yani Prachanda’yı siz esas lider yaptınız…

 

– İnsanları anlamak çok zordur. Prachanda öyle bir insan değildi ve nasıl değişti. İnsanların nasıl değiştiğini bilmiyoruz. Bu çok zor bir şey.

 

– Siz aynı zamanda Prachanda’ya liderliği vererek yanlış yaptığınızı açıkladınız. Neden?

 

– Ben Sektör skandalından sonra liderliği bıraktım. Dahal da hata yapmıştı. Bu olay 1996’da Bikram Döneminde yaşanmıştı fakat ben 1999’da bıraktım. Yoldaşlar 1999’da bunun kimin hatası olduğunu sordular. Ben sadece, bunun benim kişisel hatam olmadığını ve bu skandal üzerine liderliği bırakmanın bir hata olduğunu söyleyebilirim.

 

– Nepal Birleşik Komünist Parti (Maoist) liderleri iki Maoist parti arasında temel bir fark olmadığını söylüyor. Genel Kongreden sonra, farklar olduğunu söyleyebilir misiniz?

 

– Birçok fark var. Biz yeni demokratik devrim yolunu takip ediyoruz fakat onlar bu yolu bıraktılar. Biz ulusal bağımsızlıktan bahsediyoruz fakat onlar bunu terk ettiler. Biz, anayasanın kadınların, dalitlerin ve etnik grupların haklarının garanti altına alması gerektiğini söylüyoruz. Fakat onlar bunu da terk etmiş durumdalar. BKPN(Maoist) kendini elit sınıfların partisine dönüştürüyor, biz ise kendi partimizi proletaryanın partisi yapmaya çalışıyoruz.

Bunlar temel farklılıklar. Bunları politik dokümanlarda görebilirsiniz.

 

– Bu teorik bakış açısı, fakat sıradan insanlar bunları nasıl anlayacaklar?

– Yeni demokratik devrim bizim politik çizgimizdir. Biz pratikte nasıl hareket edeceğimize karar vereceğiz. Yakında gerçekleştirilecek olan parti merkez komitesi toplantısı somut adım üzerine karar verecek. Ulusal bağımsızlık ve halkın yaşam standardı meselelerini güçlü bir şekilde ortaya koyacağız. Mevcut Bhattarai hükümetinin adım atması için baskı oluşturacak protesto programlarını yaşama geçireceğiz. Anayasayı oluşturmak ve aynı zamanda yaşanan tıkanıklığı aşmak için yuvarlak masa toplantısı konusunu yeniden gündemleştireceğiz. Somut program için MK toplantısını bekliyoruz.

 

– MK’nızın tam şeklini aldığını ne zaman görebileceğiz?

– Yakında gerçekleştirilecek olan MK toplantısında ona tam bir şekil vermeye çalışacağız.

 

– Mücadelenin yapısı ne olacak?

 

– Derhal, halk mücadelesinin programını görüşeceğiz.

 

– Partinin halk savaşı temeli üzerinden halkın ayaklanması üzerine politik bir karışıklık olduğu söyleniyor. Bunu açıklığa kavuşturabilir misiniz?

– Biz halk savaşının birçok deneyimine sahibiz. Paralel bir hükümet de oluşturduk. Bir ordu kurduk. Dalitler, kadınlar ve topluluklar arasında farkındalık gelişti. Halk savaşının “kazanma” ve “kaybetme” deneyimine sahibiz. Bu temel üzerinden ayaklanma başlatacağız. Esas nokta tarihsel deneyimimizi küçümseyerek ileriye gidemeyeceğimizdir. 10 yıllık bir deneyimimiz mevcut ve bunu kullanacağız.

 

Herhangi bir karışıklık var mı?

 

Hayır. Her şey çok açık.

 

Bize yönelik iki suçlama var, bunu anlamalıyız. Birincisi, bazı insanlar onların bizi hemen silaha sarılmamız için baskı yaptıklarını, bu şekilde bizi kolaylıkla bastırabileceğini söylüyor. İkincisi, bazıları da eğer partimiz silaha sarılmayacaksa Prachanda ve Baburam Bhattarai’den ayrımız noktamızın ne olacağını soruyor. Her ikisi de bizi ilgilendirmiyor. Biz halkın gündemine sarılarak ileri doğru mücadeleyle hareket edeceğiz.

– Halkın hükümetini, mahkemelerini ve ordusunu yeniden hayata geçirecek misiniz?

– Bunları yeniden hayata geçirmeyeceğiz. Eski tarz artık uygun değil. Mevcut yeni zemin ve yeni bir yola uygun olarak hareket edeceğiz.

– Yani, yeni bir yol mu belirleyeceksiniz?

– Bunu koşullar belirleyecek.

– Kurucu Meclis seçimlerinin gerçekleşmesi de tartışmalı. Eğer seçimler gerçekleştirilirse, sizin partiniz katılacak mı?

– Kurucu Meclis seçimlerinin yapılmasının imkanı yok.

– Fakat ya yapılırsa?

– Bu seçimlere katılabiliriz ya da boykot ederiz. Bu seçimlerin nasıl bir şey olacağına bağlı olarak o zaman düşüneceğiz bunu. Şu anda, bir hükümet oluşturmak için yuvarlak masa toplantısı üzerine konuşuyoruz.

– Kurucu Meclis’in tekrar kurulmasının imkanı var mı?

– Hayır.

– Halk Savaşı temeli üzerinde halkın ayaklanmasının başarısının koşulları nedir?

– Şu açıktır ki, biz halk savaşının gündemlerini ve kazanımlarını sürdürürsek, her şey olumlu bir biçimde ilerleyecek.

– Kongrede, kadrolar sizinle ilgili, “iktidarı ele alınca sizin de bir başka Prachanda veya Bhattarai olmayacağınıza inanmamız için gerekçeniz” nedir sorusunu sordular. Halkı nasıl ikna edeceksiniz?

– Bu tür sorular doğaldır. Yoldaşlar, bizim sapmayacağımızın garantisinin ne olduğunu yerinde bir şekilde sormuşlardır. Geçmişte, biz parti içinde bireycilik eğilimini geliştirdik. Fakat şimdi, kolektif önderliği geliştirmeye öncelik veriyoruz. İkinci olarak, parti içinde politik haleflerimizi geliştireceğiz.

Politik partilerde iniş ve çıkışların olması doğal bir olgudur. Nerede bireycilik varsa, orada tehlike var demektir. Eğer kolektif önderlik haleflerini geliştirilirse, sapanların devre dışı bırakılması pürüzsüz bir yolda ilerleyebilecektir. Biz, dikkatimizi kolektif önderliği geliştirmeye yoğunlaştıracağız.

Biz aynı zamanda sorumluluklarımızı da ifade ettik; yeni kuşak önderliğini hazırlamalıyız.

– Bu halefleri nasıl yetiştireceksiniz?

– Yetenekli bir yeni kuşağı hazırlamaktan bahsediyoruz. Hem “kızıl” ve hem de “uzman”lara sahibiz. Eğer önderlik hata yaparsa nasıl müdahale edeceğini bilen bir kuşak hazırlayacağız. Bu, komünist bir hareket içinde karmaşık bir iştir. Fakat biz, böylesi bir kuşak geliştirmeye gayret edeceğiz.

– Böylesi bir önderlik halefi mümkün müdür?

– Neden olmasın? Bu tür yoldaşları Merkez Komite’ye alsaydık, 200 üyeyi geçeceklerdi. İyi bir ekibimiz var.

 

– Peki ya onlar da birer Pushpa Kamal Dahal (Prachanda) ve Baburam Bhattarai’ye dönüşürlerse…

– Kendimle ilgili konuşursam, Dahal ve Bhattarai’yi benim haleflerim olarak düşünmüştüm. Fakat tersi oldu. İnsanları anlamak gerçekten karmaşık bir şey. Bir insanı değerlendirmek karmaşık bir mesele. İnsanlar çok çabuk değişiyor.

– Kadrolar mülklerin partiye teslim edilmesi konusunda da soru sordular.

– Partiye mi teslim edileceği yoksa kooperatif bir sistem mi oluşturulacağı konusunda yakın zamanda daha sonra karar vereceğiz.

 

– Bazı kadrolar, eski yüzlerin yeni ruhu anlayamayacağını söyleyerek Merkez Komite’ye neden yeni yüzler katılmadığını sordular.

 

– Genel olarak, komünistler bir konsept içinde üç kuşağı barındırır. Bizim Merkez Komitemiz de üç kuşağı barındırıyor. Fakat yeni yoldaşları bunun içine katamadım, bu doğru. Bunu en kısa zamanda çözeceğiz. Onları çeşitli merkezi görevlere yerleştireceğiz.

 

Blog Arşivi

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

TKP/ML İçindeki İki çizgi Mücadelesinin Bazı Belgeleri_1

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Mahir Çayan Bütün Yazılar

Mahir Çayan Bütün Yazılar
TIKLA_Pdf_indir

M. Ali ESER ve Kitabının Devrimci Demokrasi tarafından Kritiği_1_2_3-4

M. Ali ESER ve Kitabının Devrimci Demokrasi tarafından Kritiği_1_2_3-4
Tıkla

Iki Lider iki Örnek-Polis Ifadeleri

Iki Lider iki Örnek-Polis Ifadeleri
Tikla ve Oku

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)