17 Eylül 2025 Çarşamba

YORUM | Değişim, Yeni Koşullar ve Mücadele Biçimleri Üzerine-14 Eylül 2025

"Stalin'in de belirttiği gibi stratejideki değişiklikler, örgütlenme ve mücadele biçimlerine de yansımaktadır, stratejiye uygun yeni örgütlenme ve mücadele biçimleri ortaya çıkmaktadır."

 Demokratik halk devrimi, ardından sosyalist devrimi gerçekleştirme mücadelesi veren bir komünist partisi, ülkenin sosyal ve ekonomik yapısını analiz ettikten sonra oluşturduğu devrim programın da mücadele biçimlerini; legal ve illegal mücadele biçimlerini belirler.

İşçi sınıfının temel mücadele biçimleri belirlenirken ekonomik, ideolojik ve siyasal mücadele biçimleri olarak ifade edilmektedir. Lenin, bunlar arasından siyasi mücadeleyi temel mücadele biçimi olarak tanımlar. İşçi sınıfının tüm maddi ve manevi güçleriyle burjsuvaziye karşı verdiği mücadele, siyasi mücadeledir. İşçilerin yalnızca kendi sömürücülerine karşı yürüttüğü ekonomik mücadele farklı olarak bütünüyle kapitalist sınıfın çıkarlarını koruyan devlete karşı verdikleri mücadeledir/savaştır. İşçi sınıfının iktidar mücadelesidir.

Her mücadele biçimi ancak kendisine uygun araçlarla yürütülebilir. Ekonomik mücadele sendikaları, grevleri kendisine uygun araçlar olarak geliştirmiştir. Siyasi mücadele ise bir parti olmadan yürütülemez.

Bu partinin, işçi sınıfının en ileri, en nitelikli bireylerini, bu kişilerin deneyimini, devrimci ruhunu, proletarya davası uğruna sonsuz fedakarlığını kendisinde toplaması gerekmektedir. Ancak böyle bir parti, sınıf mücadelesinin zor koşullarında yani proletaryanın burjuvaziye karşı savaşının güçlükleriyle başa çıkabilir.

Proletaryanın herhangi bir örgütü, örneğin sendikalar veya yerel işçi örgütleri vb. proletaryanın burjuvaziye karşı giriştiği iktidarı ele geçirme savaşında yönetici rol oynayamaz.

Bu görev ancak proletaryanın kendisini yönetecek olan, iyi donatılmış bilgili ve savaş sanatının inceliklerini kullanabilen öncünün, proletaryanın siyasi partisinin omuzlarındadır.

Proletarya partisinin en önemli ilkelerinden biri illegalitedir; partinin ve organlarının gizliliğidir. “İllegalite sadece bazı gizlilik kurallarına uyulması değildir. İllegalite partinin örgütlenme, çalışma, yaşama, savaşma ve korunma tarzıdır.

Partinin esas görevi sınıf savaşına kurmaylık etmektir.” “…Partinin görevi her şeyden önce de kitlelerin örgütlenmesi ve savaştırılması meselesidir.” (Partizan, sayı 31)

Proletaryanın iktidar mücadelesindeki en önemli aracı partisidir. 1917 Ekim Sosyalist Devrimi’nde Lenin önderliğindeki RSDİP (Bolşevik) işçileri, emekçileri, askerleri; İşçi ve Asker Sovyetlerinde örgütleyerek Çarlığa ve Geçici Hükümete karşı örgütleyip silahlı ayaklanmayla iktidarı ele geçirmiştir. Yine Çin’de Mao Zedung önderliğindeki ÇKP, (Çin Komünist Partisi) işçileri, köylüleri örgütleyerek Halk Savaşıyla Komintang iktidarını alaşağı ederek iktidarı ele geçirmiştir.

Proletaryanın iktidarı ele geçirme mücadelesinde mücadele ve örgütlenme biçimleri daha önce de değindiğimiz gibi o ülkenin sosyal ve ekonomik yapısına bağlı olarak şekillenir. Mücadele ve örgüt biçimleri, o ülkedeki sınıf hareketinin somut durumuna göre belirlenir ve değişir.

Bu konuda Stalin, Rusya’daki devrimin tecrübelerinden yola çıkarak şu tespitleri yapmaktadır; ”Taktik hareketin kabarma ve alçalma, devrimin yükselme ve alçalmasının nispeten kısa dönemi için proletaryanın davranış çizgisini saptamak, eski mücadele ve örgütlenme biçimlerinin ve eski şiarların yerine yenilerini geçirerek bu biçimleri birbirleriyle birleştirerek vb. bu çizginin uygulanması için mücadele etmektir. Strateji, diyelim ki, çarlığa ya da burjuvaziye karşı savaşı kazanma, çarlığa ya da burjuvaziye karşı mücadeleyi sonuna kadar götürmeyi hedef edinmişse taktik daha az önemli hedefleri önüne koyar, çünkü onun hedefi bir bütün olarak savaşı kazanmak değil, devrimin verili yükselme ya da bu muharebeyi şu ya da bu eylemi başarıyla gerçekleştirmektir. Taktik, stratejinin bir parçasıdır, ona bağlıdır ve ona hizmet eder.


Taktik, kabarma mı yoksa alçalma mı olduğuna göre değişir. Devrimin birinci aşaması boyunca (1903-Şubat 1917) stratejik plan herhangi bir değişikliğe uğramadığı halde, taktik bu süre içerisinde birçok kez değişti. 1903-1905 döneminde partinin taktiği saldırı taktiği idi, çünkü devrim kabarıyor, hareket yükseliyordu ve taktik bu olgudan yola çıkmak zorundaydı. Buna uygun olarak mücadele biçimleri de devrimciydi ve devrimin kabarmasına uygundu. Yerel siyasi grevler, siyasi gösteriler, siyasi genel grev, Duma boykotu, ayaklanma, devrimci mücadele şiarları- bu dönemde birbirini izleyen mücadele biçimleri işte bunlardı. Mücadele biçimleriyle birlikte örgüt biçimleri de değişmekteydi. Fabrika komiteleri, devrimci köylü komiteleri, grev komiteleri, işçi temsilcileri sovyetleri, az çok açık bir şekilde faaliyet yürüten bir işçi partisi- bu dönemdeki örgüt biçimleri bunlardı.


1907-1912 döneminde parti, geri çekilme taktiğine geçmek zorunda kaldı, çünkü o sıralar devrimci hareket geri çekiliyordu, devrim alçalıyordu ve taktik bu olguyu hesaba katmak zorundaydı. Buna uygun olarak hem mücadele biçimleri hem de örgütlenme biçimleri değişti. Dumayı boykot yerine Dumaya katılma, Duma dışında açık eylemler yerine- Duma içinde çalışma ve eylemler, Siyasi genel grev yerine-kısmi iktisadi grevler, ya da basbayağı durgunluk, partinin bu dönemde illegaliteye geçmek zorunda olduğu kendiliğinden anlaşılır, devrimci kitle örgütlerinin yerine ise kültür ve eğitim örgütleri, kooperatifler, sigorta kasaları ve diğer legal örgütler geçti.


Devrimin ikinci ve üçüncü aşamaları için de aynı şey söylenmelidir. Bu aşamalar boyunca stratejik planlar değişmeden kaldığı halde taktik düzinelerce kez değişti.” (Proleter Devrimin strateji ve taktiği 7. Defter)

Mücadele ve ona bağlı olarak örgütlenme biçimleri dünya komünist hareketinin tarihinde derinlemesine tartışılmış, bu tartışmalar içerisinde bugün de komünistlere rehber olan Leninist tavır berraklaşmıştır.

V.İ.Lenin, “Partizan Savaşı” adlı makalesinde şu tespitleri yapıyor; “Her Marksistin mücadele biçimleri sorununu araştırırken, koymak zorunda olduğu temel talepler nelerdir?

Birinci olarak; Marksizm sosyalizmin bütün ilkel biçimlerinden, herhangi bir belirli mücadeleye bağlanmasıyla ayrılır. O, en çeşitli mücadele biçimlerini tanır ve bunları ‘kafadan uydurmaz’ bilakis devrimci sınıfların, hareketin seyri içerisinde kendiliğinden ortaya çıkan mücadele biçimlerini sadece genelleştirir, örgütler ve onlara bilinç taşır. Marksizm her türlü soyut formüle, her türlü dogmatik reçeteye kesinlikle düşmandır ve hareketin gelişmesiyle, kitlelerin bilincinin artmasıyla, iktisadi ve siyasi buhranların keskinleşmesiyle birlikte sürekli olarak yeni ve çeşitli savunma ve saldırı yöntemleri ortaya çıkaran kitle mücadelesinin dikkatle incelenmesini talep eder.


Bu yüzden Marksizm hiçbir zaman hiçbir mücadele biçimini ret etmez. Marksizm kendini asla yalnızca verili anda mümkün ve mevcut olan mücadele biçimleriyle sınırlama, aksine verili dönemde hiç kimsenin bilmediği yeni mücadele biçimlerinin verili toplumsal konjonktürün değişmesiyle ortaya çıkmasını kaçınılmaz addeder. Marksizm bu açıdan eğer böyle ifade etmek gerekirse, kitle pratiğinden öğrenir ve kitlelere meclis ‘sistemcilerinin’ keşfettiği mücadele biçimlerini öğretme iddiasından uzaktır. Örneğin Kautsky sosyal devrimin biçimlerini incelerken ‘gelecek buhranın bizim şimdiden göremediğimiz yeni mücadele biçimleri getireceğini biliyoruz’ diyordu.

İkinci olarak;


Marksizm, mücadele biçimleri sorununun mutlaka tarihi olarak araştırılmasını talep eder. Bu sorunu, somut tarihi durumun dışında ele almak, diyalektik materyalizm alfabesini anlamamak demektir. Ekonomik evrimin çeşitli anlarında, çeşitli siyasi, milli-kültürel, sosyal ve diğer şartlara bağlı olarak çeşitli mücadele biçimleri haline gelir ve buna bağlı olarak çeşitli mücadele biçimleri ön plana çıkar, mücadelenin ana biçimleri haline gelir ve buna bağlı olarak, ikinci dereceden mücadele biçimlerinde, tali mücadele biçimlerinde de öz değişikliklerine uğrar.

Belli bir mücadele aracının uygulanmasını, gelişmesinin verili aşamasında verili hareketin somut durumunu iyice incelemeden, onaylamaya veya onaylamamaya çalışmak, Marksizmin zeminini tamamen terk etmek demektir.

Bize yol gösterecek olan işte bu iki temel teorik öğretidir. Marksizmin Batı Avrupa’daki tarihi bize bu söylenenleri doğrulayan sayısız örnekler vermektedir. Şu günlerde Avrupa sosyal demokrasisi, parlamentarizmi ve sendika hareketini esas mücadele biçimleri olarak görmektedir, eskiden ayaklanmayı tanımıştı ve Rus Kadetleri ve Besaglavzi türünden liberal burjuvaların görüşünün aksine, durum değiştiği takdirde gelecekte de tanımaya hazırdır.

1870’lerde sosyal demokrasi her derde deva sosyal bir ilaç olarak burjuvaziyi siyasi olmayan yoldan derhal devirme aracı olarak genel grevi reddetmiştir- ama sosyal demokrasi (özellikle 1905 Rus deneyiminden sonra) siyasi kitle grevini belirli şartlar altında gerekli olan bir mücadele biçimi olarak tanımıştır. Sosyal demokrasi 1940’lar da barikat savaşını tanımıştır, ama 19. yy’ın sonunda belli şartlar yüzünden onu reddetmiştir ve bu son görüşünü düzeltmeye ve Kautsky’e göre yeni bir barikat taktiği ortaya çıkaran Moskova deneyiminden sonra barikat savaşını amaca uygun bir şey olarak kabul etmeye tamamen hazır olduğunu açıklamıştır.” (Proleter Devrimin Stratejisi ve Taktiği, 7. Defter, V.İ.Lenin, s. 28-30)

Burada mücadele biçimlerine yaklaşımda tavır nettir. Hiçbir mücadele biçimi ret edilemez fakat aynı zamanda hiçbir mücadele biçimi mutlaklaştırılamaz. Hangi mücadele biçiminin yaşanılan anda öne çıktığı, esas olduğu vb. sorusuna sınıfın mücadele içinde bulunduğu somut durumun somut değerlendirmesi temelinde cevap verilir.

Mücadele biçimleri “devrimci sınıfların hareketinin seyri içinde” kendiliğinden ortaya çıkar. Bu konuda Marksist öncü kitlelerden öğrenir. Kitle hareketi içinde öne çıkan mücadele biçimlerini sadece genelleştirir, örgütler ve onlara bilinç taşır.

Proletarya partisinin kuruluşuyla birlikte İbrahim Kaypakkaya Türkiye’nin sosyal ve ekonomik tahlilini yaparak devrimin ilk aşamasını demokratik halk devrimi (DHD), devrimin yolunu da halk savaşı olarak belirlemiş, ülkedeki sınıfların konumlanışını tahlil etmiş, devrimin düşman ve dostlarını ortaya koymuştur.

Devam eden tartışmalarda proletarya partisi; bu belirlemelerden elli yıl sonra gerçekleştiren tartışmalarda proletarya partisi şu tespitleri yapmıştır;

“…Kuruluşundan itibaren yarı-feodal, yarı-sömürge ekonomik ve sosyal yapıya sahip Türkiye toplumunda yarı-feodal üretim ilişkileri baskın durumdayken süreçle birlikte yarı-sömürge koşulların derinleşmesi ve feodal ilişkilerin çözülmesi beraberinde emperyalizme bağımlı kapitalizmi (komprador kapitalizmi) geliştirmiştir. Günümüzde Türkiye’de feodal kalıntılar halen var olmakla birlikte komprador kapitalizm hakim hale gelmiş durumdadır.”

İşçi sınıfı içinde çalışma

Önümüzdeki süreçte kolektif açısından en fazla üzerinde durulması gereken konuların başında işçi sınıfı içerisinde örgütlenme gelmektedir.

Bu demektir ki; fabrikalar, iş yerleri, atölyeler proleter devrimciler açısından örgütlenme ve mücadelenin kaleleri olacaktır. Örgütlenmedeki bu değişikliklerle birlikte demokratik halk devrimi mücadelesinde şehirler ve işçi sınıfı içerisinde çalışmanın esas olduğunun; kırlarda ve yoksul köylüler içerisinde çalışmanın tali duruma düştüğünün, devrim mücadelesinin başından sonuna kadar silahlı mücadele üzerinden yükseleceğinin, silahlı halk ayaklanması mücadele biçimini hedefleyeceğinin altını çizmek gerekir.

İşçi sınıfının yoğun olarak yaşadığı, çalıştığı bölgelerde örgütlenme çalışmalarına ağırlık verilerek, buralarda uzun zamana yayılan çalışmalarla yeni örgütler kurulabilir. Bu bölge ve fabrikalarda; mücadele içerisinde, grevlerde, fabrika işgallerinde işçilerin siyasal bilinci gelişecektir.

Bu işçilerden oluşacak komitelerle fabrikalardaki mücadelelere önderlik edilebilir. Bu çalışma ve mücadele içerisinde işçiler proletarya partisinin görüşlerine yakınlaşacaktır. İşçi sınıfı içerisinde daha yoğun örgütlenmek proletarya partisini sadece örgütsel olarak değiştirmeyecek; bunun ötesinde daha çok da ideolojik olarak sağlamlaştıracaktır.

Bu nedenle de işçi sınıfı içerisinde örgütlenmek önemlidir.

Stalin’in de belirttiği gibi stratejideki değişiklikler, örgütlenme ve mücadele biçimlerine de yansımaktadır, stratejiye uygun yeni örgütlenme ve mücadele biçimleri ortaya çıkmaktadır.

Örgütlenmenin en önemli aracı yayındır. İşçilerin mücadelesini anlatan, onlara sınıf bilincini taşıyan, diğer fabrikalarda ve sınıf mücadelesinin diğer alanlarında neler olduğunu aktaran bir yayın önemlidir. Gazetemizde kimi dönem yoğun kimi dönem daha seyrek de olsa yayımlanan işçi söyleşileri bu anlamda önemli ve öğreticidir. Bu haber ya da yazılar, işçilere ulaştığı oranda hem işçiler kendi sorunlarının gazetemizde yer aldığını görmekte hem de işçiler başka bir alandaki işçilerin de benzer sorunlarına hakim olmaktadır. Aynı şekilde deneyim aktarımına da hizmet etmektedir.

Diğer yandan gazetemizin tüm okurları, işçi sınıfının sorunları, yaşadıkları ve önerilerine yakınlaşmakta, gündemine almaktadır.

https://ozgurgelecek55.net/yorum-degisim-yeni-kosullar-ve-mucadele-bicimleri-uzerine

    

Blog Arşivi

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

TKP/ML İçindeki İki çizgi Mücadelesinin Bazı Belgeleri_1

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Mahir Çayan Bütün Yazılar

Mahir Çayan Bütün Yazılar
TIKLA_Pdf_indir

M. Ali ESER ve Kitabının Devrimci Demokrasi tarafından Kritiği_1_2_3-4

M. Ali ESER ve Kitabının Devrimci Demokrasi tarafından Kritiği_1_2_3-4
Tıkla

Iki Lider iki Örnek-Polis Ifadeleri

Iki Lider iki Örnek-Polis Ifadeleri
Tikla ve Oku

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)