Ulusal sorunda temel mesele, sorunun esas özü Ulusun Kendi Kaderini Tayin
Etme Hakkına (UKKTH) sahip olması, bu hakkın kullanımıyla her türlü tasarruf
hakkının o ulusa ait olmasıdır. Bu hakkın üzerindeki her türlü vesayetin, zora
dayanan baskının reddedilmesidir.
“Kürt Ulusal Sorununun 29 Mart 2009 yerel seçimlerinden çıkacak sonuca göre
bir rota izleyeceği, tarafların buradan çıkacak sonuçlara göre pozisyon alacağı
tahmin ediliyordu. Nitekim öyle de oldu. Seçimin hemen akabinde PKK Nisan
ayında çatışmasızlık ilan etti. Arkasından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün peş
peşe Irak ve İran ziyaretlerinde gazetecilere yaptığı açıklamalar geldi.
İlk etapta Irak Kürdistanı için
“Kürdistan” ifadesi (her ne kadar akabinde bu ifadeyi kullandığını reddetse de)
demesi ve İran gezisinde ise “2009’un fırsat yılı olduğu” ve “Kürt meselesinde
iyi şeyler olacak” diyerek zaten gündemde olan Kürt Ulusal Sorununa yeni bir
boyut katarak tartışmayı bir kerte daha yukarı taşıdı. Devamında ise Abdullah
Öcalan bir yol haritası hazırlığında olduğunu ifade ederek bu yol haritasını
her kesimin düşüncesini alarak oluşturacağını ifade etti. Gelinen noktada
tartışmaların olgunlaştığı nokta ise 2009 yılının “çözüm” yılı olacağına dairdir.
Nerdeyse her kesimin ortaklaştığı konsensüs bu olmuştur.
Kürt Ulusal Meselesi “çözüm”, “barış” ekseninden; “çözümsüzlük”, “çatışma”
eksenine oturtulan bir karşıtlık denkleminde tartışılarak ilerliyor. Gelinen
noktanın ya “çözümü” sağlayacağı bir “barışın” tesis edileceği ya da
çözümsüzlükle sonuçlanarak bir büyük çatışma ve savaşın kaçınılmazlığı ifade
edilip yolun çatallaştığı ve meselenin bir tercih olduğu ifade ediliyor bütün
kesimlerce. Ve Kürt Ulusal Meselesinin “çözümü” üzerine bir dizi beklenti
yaratılıyor. “Çözüme dair” bir proje enflasyonu, istenmeyen düzeyde bir bolluk,
bereket söz konusu! Tabi bir de Türk egemen sınıflarının, devlet yetkililerinin
meselenin tartışılmasında, “rahatça” tartışılmasında oluşan “demokratik”
ortamın gururunu sürekli dillendirmeleri söz konusu. Tabi seçim sonrası
yüzlerce DTP yönetici ve üyesinin bu serbestlik ortamına dahil edilmemesini
saymazsak! Zira onlara bu konuyu “mahpus” damından tartışma olanağı sunuldu.
Bir yandan başta Kürt Ulusal Hareketi olmak üzere devrimci, demokrat,
ilerici bir dizi kesimin esasta ezilen Kürt ulusu lehine olan “çözüme” dair
yaklaşımı; diğer yandan Türk egemen sınıflarının ve onların siyasi
sözcülerinin, “aydın”larının, yazarlarının ve medyasının söylem ve “çözüm”e
dair yaklaşımları var. Her iki kampta da kendi içinde farklılıklar, ayrışmalar,
soruna dair farklı ideolojik-politik yaklaşımlar söz konusu. Ve yine her iki
tarafın da meseleye temelde yaklaşımı, ele alışı ve çıkarları doğal olarak
farklı.
Gelinen aşama Türk egemen sınıflarının en inkarcı, kemikleşmiş, kafatasçı,
ırkçı ve varlığını Kürt karşıtlığına bağlamış kimi kesimlerini bir kenara
bırakırsak, bu egemen sınıfların yer aldığı klikler, blokların ortaklaştığı bir
nokta artık Kürt diye bir milliyetin varlığını kabul etmek şeklindedir.
Kuşkusuz Türk egemenlerinin “Kürt etnik kimliğinin” varlığını kabul etmesi bile
kolay olmamıştır. Özellikle Kürt ulusal hareketinin can bedeli
mücadelesinin bir sonucu olmuştur.
Ancak yine Türk egemen sınıflarının bütün
bloklarının temelde ortaklaştığı bir nokta daha vardır. Kürt ulusal kimliğinin
kolektif haklar temelinde kendisini ifadesini ret etmek ve bu hak temelinde
asgari düzeyde mücadele yürüten Kürt örgütlerini tasfiye etmektir,
sindirmektir. Egemenler için günün acil ve en önemli meselesi; süreci bugüne
taşıyan savaş ve direniş iradesini, ulusal mücadele azmini kırmak, tasfiye
etmektir. Bu temelde örgütlenen yapıyı ilk elden ortadan kaldırarak ulusal
hareketin sindirilmesinin zeminini oluşturmaktır. Bunun hangi biçimlerle, hangi
yollarla ve nasıl bir politik yönelimle olacağı ise kendi içlerinde bir
tartışma konusu, kavga meselesi olarak açığa çıkmaktadır. Özellikle tasfiye
sürecinin nasıl biçimleneceği, verecekleri tavizlerin neler olması gerektiği,
çapı ve boyutu gibi meseleler bir çatışma, gerginlik konusudur.
Zira geleneksel ideolojik ve politik tutum olan
imha ve inkarla çelişen, artık bu yaklaşımla meselenin sürdürülmesinin
imkanlarının bir dizi nedenden dolayı olmadığının mecburen kabul etmek zorunda
kalındığı bir devlet tutumu var. Zorunda diyoruz çünkü devlet Kürtleri imha ve
inkar ederek politikasını devam ettirmeyi, Kürt ulusal hareketini ve haliyle
Kürtleri bu yolla sindirerek, imhaya tabi tutarak yürütmek ister. Ama
emperyalist politikalar ve Türk egemen sınıflarına biçilen rol gereği meselenin
böyle bir kanlı yolla sürdürülmesi tercih edilmemeye çalışılmaktadır. Bu Türk
egemenlerini bazı mecburi değişimlere itmektedir. Bu durumun yönetilmesi,
faşist paradigmanın en az zararla çıkması, sistemin özüne dokunmaksızın uygun
ideolojik-politik bir formülasyon oluşturulması hedeflenmektedir.
Ama kökleri çok sağlam ve derinlerde olan bir
inkarcılık, faşist şekilleniş, şovenist yaklaşım söz konusudur. Bu şekilleniş
çarpıcı şekilde açılım adı altında sunulan yaklaşımlarda, kavramsallaştırmalarda
komedi düzeyine varan tuhaflıklarla yankısını bulmaktadır. İşte birkaç örnek:
“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk denir” ya da “Kürt kökenli
Türk, Türk kökenli Türk!” gibi akıllara ziyan açılımlar. Yine Genelkurmay
Başkanı’nın sadece “Kürt-Zaza” ifadelerini kullanması (kuşkusuz bu bir kabulü
içerir!) “büyük demokratik açılım”, “büyük demokrat genelkurmay başkanı”
şeklinde lanse eden hatta bu açılımı Kürtler için yeterli gören(!) ve artık
haklarını almış varsayan (!) bir zihni şekilleniş, bir “demokrasi” algısı ve
çıtası söz konusudur, ülke egemenlerinde ve siyasal sisteminde. Bu egemen
zihniyetin çözüm projektörü, perspektifi de haliyle bu çıtayla sınırlı
kalacaktır.
Nihayetinde egemenlerin Kürt ulusal
meselesindeki bütünlüklü yaklaşımının temel ayağı yine inkar, asimilasyon ve
Kürt ulusunun kolektif kimlik hakkının reddi temelindedir. Bireysel hak ve
özgürlük, kimliğini demokratik ortamda bireysel temelde yaşaması gibi
yaklaşımlar ise Kürt ulusal kimliğinin kaba söylemlerden inkarcılıktan; ince
naif söylemlerle ve ele alışla inkarcılığa evrilmesinden başka bir şey
değildir. Bu yaklaşımın oluşmasının arka planında ise Kürt ulusal meselesinin
artık hem iç sorun olarak hem de Ortadoğu’daki yeni denklemle birlikte bir
bölgesel ve dış mesele olarak kendini dayatması; Türk egemen sınıflarının
emperyalist yönelime uyum ekseninde bu sorunu yönetebilecekleri yeni biçimlere
ihtiyaç duyma zaruretidir. Yine bu meselenin iç ayağında (kuşkusuz dış meseleyi
de doğrudan etkileyen bir faktör) silahlı Kürt ulusal hareketinin tasfiyesinin
gerçekleştirilmesi gibi iradi bir gereklilik söz konusudur. Egemen sınıflar
buna odaklanan, bunun selameti için çabalayan, bunu besleyen-destekleyen
yaklaşımlar geliştiren bir politik hedef içindedir. Türk egemenlerinin çözüm
algısı ve anlayışının temel özünü bu oluşturmaktadır.
Meselenin diğer yanında ise “Barışçıl demokratik
çözüm” formülü ile ifadelendirilen, meselenin bu yolla hallini isteyen bir
irade, Kürt ulusal hareketi vardır. Kuşkusuz ulusal sorununun hallinde bu bir
yoldur. Ulusal hareket barışçıl bir yolla, demokratik temelde, uzlaşı ile bir
ulusun iradesini diğer ulusla birlikte yaşama temelinde ya da ayrılma temelinde
ortaya koyabilir. Burada esas mesele, sorunun özünün doğru konup konmadığı ve
ulusların eşitliği temelinde bir perspektifle buna uygun bir çözümle yaklaşılıp
yaklaşılmadığıdır. Birlikte yaşama iradesi ortaya konurken; ezen ulusun haksız
ilhakının, ayrıcalıklı imtiyazlı durumunun ortadan kaldırılarak, bunu
gerçekleştiren bir durumun ortaya çıkıp çıkmadığını belirleyen bir kriterdir.
Zira tartışma konusu olan ulusal sorunun
“çözümüne” yönelik yaklaşım, anlayış ve tutumlardır. Mevcut statükonun değişim
vs. değil, sorunun “çözümü” tartışılıyor, ifade ediliyor, barışçıl demokratik
yol vs. derken. Burada “çözüm”ün ancak sorunun özüne inmek ile mümkün olduğunu
net vurgulamak gerekir. Çözüm olarak ortaya konan teorik, politik, pratik
yaklaşımların sorunun temeline inip inmediği can alıcıdır. Önemlidir, çünkü söz
konusu olan bir ulusun kaderiyle ve bu kaderi tayin hakkı ile ilgilidir.
Toplumsal, sosyal, siyasal, kültürel gelişimin en temel, en gerekli
dinamiklerinin birinin oluşturulması, sağlanmasıyla ilgilidir.
Ulusal sorunda temel mesele, sorunun esas özü Ulusun Kendi Kaderini Tayin
Etme Hakkına (UKKTH) sahip olması, bu hakkın kullanımıyla her türlü tasarruf
hakkının o ulusa ait olmasıdır. Bu hakkın üzerindeki her türlü vesayetin, zora
dayanan baskının reddedilmesidir. Bu hakkın nasıl, ne biçimde, hangi siyasal
biçimi alacağı, iradesini nasıl ortaya koyacağı başka bir sorundur. Bu çok
çeşitli biçimleri ve tercihleri kapsar. Bölgesel özerklik talebinden,
federasyona, ayrılıp kendi devletini kurmaya kadar çeşitli tercihleri içerir.
Ama sonuç itibariyle burada tercih ulusun kendisine aittir. Burada herhangi bir
dış faktörün müdahalesi, engelleyici etkisi vs. hükümsüz olmalıdır. Yani bu
meselenin en temel ve ilkesel şartı bir ulusun KKTH’nı kayıtsız-şartsız kendi
eline alması ve özgür iradesiyle kullanma hakkını edinmesidir.
Bugün
bu temel ilke, en gerekli ilke çeşitli tartışmaların doğrudan ya da dolaylı -------------- özgül koşullarına teslim
olmasına, bu özgünlüğü esas alan ve buna uygun çözüm biçimi yaratılması
gerektiğine dair bir tutum takınmasına yol açtı. Bu yaklaşım; tarihsel, teorik
ve siyasal bakış açısından sorunlu ve ciddi açmazlarla maluldür. Kürt ulusal
hareketinin siyasal platforma taşıdığı çözüm önerileri, özünde ulusun kendi
kaderini tayin hakkını esas almadığı, aksine emperyalist sistemin ve egemen
ulus devletin sınırları içerisinde, onların icazeti ve denetimi altında bir
çözüm arayışına sıkıştığı için gerçek anlamda bir çözüm gücü olmaktan uzaktır.
Bu
noktada üzerinde önemle durulması gereken husus, “demokratik cumhuriyet”,
“demokratik özerklik” gibi kavramlar altında sunulan çözüm modellerinin, ulusal
sorunun özünü oluşturan kendi kaderini tayin hakkı ilkesini içerip
içermediğidir. Eğer bu ilke somut biçimde hayata geçirilmemişse, yani ezilen
ulus kendi geleceğini özgürce tayin etme hakkına sahip kılınmamışsa, öne
sürülen her türlü formülasyon, ister federasyon, ister özerklik, isterse
kültürel haklar biçiminde olsun, sorunun özünü çözmekten uzak kalacaktır.
Bugün
Kürt ulusal hareketinin ileri sürdüğü “demokratik cumhuriyet” projesi, esasen
Türk egemen sınıflarıyla uzlaşı temelinde ve emperyalizmin bölgesel
politikalarıyla uyumlu biçimde kurgulanmıştır. Bu nedenle, hareketin devrimci
bir karakterden ziyade reformist bir hatta evrildiğini, ulusal sorunun
çözümünde ilkesel bir çizgiden uzaklaşıldığını görmek gerekir.
Ulusal
sorunun gerçek çözümü, ezilen ulusun kendi kaderini tayin hakkını kayıtsız
şartsız elde etmesiyle mümkündür. Bu hakkın tanınmadığı her yaklaşım, hangi
ilerici, demokratik söylemlerle bezenirse bezensin, özünde tasfiyeci bir içerik
taşır. Çünkü ulusun özgür iradesi üzerinde bir vesayet kurmak, çözüm değil,
sorunu farklı biçimde sürdürmek anlamına gelir.
Dolayısıyla,
Kürt ulusal sorununda “Türkiye modeli” diye sunulan ve gerçekte ulusal
hareketin tasfiyesini hedefleyen politikaların iflas edeceği açıktır. Çünkü
tarihin, toplumsal gelişimin ve halkların özgürlük mücadelesinin yasaları,
hiçbir baskı ve zorbalıkla sonsuza dek engellenemez. Kürt halkının meşru ve
haklı talepleri, bu halkın kararlı mücadelesiyle birleştiğinde, eninde sonunda
kendi kaderini tayin hakkının somut biçimde elde edilmesi yönünde sonuç
verecektir.
Bu
noktada devrimci ve ilerici güçlerin görevi, her türlü sosyal-şoven eğilime,
emperyalizmin yönlendirmelerine ve egemen sınıfların tasfiyeci politikalarına
karşı, ulusal sorunun gerçek çözümünü savunmak olmalıdır. Bu da ancak ulusun
kendi geleceğini özgürce belirleme hakkını koşulsuz biçimde tanımakla
mümkündür.
62
bugünkü
politikalarının kayıtsız şartsız desteklenmesi tutumuyla (KKTH’nın kazanılması
yönlü bu denli bir çaba ve mücadele bu dostlar tarafından olmamaktadır ne garip
ki!) ortaya çıkan sapmaya, yanlış “çözüm” algısı ve yaklaşımının
desteklenmesine hatta yer yer “sınıf perspektifi” adı altında bunun altının
doldurulup pekiştirilmiş desteğe dönüşmesi söz konusudur.
Çok
geniş bir yelpazede devrimci, demokratik, ilerici unsurların ulusal sorunun
çözümüne dair yaklaşımı, sorunun tutarlı ve doğru temelde çözümünü değil;
ulusal sorunun bir nevi üstünün geçici olarak örtülmesini amaçlamaktadır.
Yaratılan “çözüm” algısı, oluşturulan “çözüm” perspektiflerinin büyüteç altına
alınıp incelenmesi durumunda, ulusların tam hak eşitliği, kendi kaderini tayin
etme hakkının kazanılması gibi temel ilkelerin; sorunun esas çözümündeki
başlangıç ilkelerinin silikleştirilmesi, iğdiş edilerek olabildiğince
flulaştırılması ile karşı karşıyayız.
Politik-pratik
mücadele bir dizi neden, gelişme ve koşullardan dolayı esneklik içerir. Ancak
politik-pratik mücadele yeni biçimlere bürünürken sorunun özünü içeren temel
ilkelerle uyumlu olmak zorundadır. Bu ilkelerle uyumlu olmayan yaklaşımlar,
sorunun özünde çözüm rotasından uzaklaşmasını getirir. Böylesi pratik politik
yaklaşımlar da kuşkusuz geliştirebilir, geliştirilir. Ancak o durumda meselenin
politik muhtevası tam ifade edilmelidir. Sorunun çözümünü içermeyen
ilerlemelere “çözüm” demek, sorunu karmaşıklaştırmak, uzun vadede mücadelenin
gelişmesini sağlayacak dinamikleri köreltmek anlamına gelir.
Ulusal
sorunun özünde de temel mesele, temel ilke KKTH’nin ulusun eline almasıdır. Bu
ne demek? Ezilen ulusla ezen ulusun tam hak eşitliğine sahip olması demektir.
Bunun koşulu nedir? Kürt ulusunun Kendi Kaderini Tayin Hakkını ilhak eden Türk
egemen sınıflarının gasp ettiği bu hakkı kayıtsız-şartsız kabul etmesi ve bunun
alacağı somut biçimi kabullenmesidir. Evet, bu durum sağlanmadığı sürece –yani
Türk egemen sınıfları bunu tanımadıkları sürece– sorunun çözümünü beklemek
gerçek dışıdır.
Ya
da hangi durum, gelişme olursa olsun, kültürel hakların çerçevesi ne kadar
geniş olursa olsun, sorun çözülmüş olmaz. Bu durumda bugün başta Kürt Ulusal
Hareketi olmak üzere bir kısım devrimci, demokrat, ilerici, aydın çevrenin
sorunun çözüm yolu olarak ifade ettiği ve mutlak zaruret olarak gördüğü
“barışçıl demokratik çözüm” ne olmalıdır? Kuşkusuz bir ulusun kendi kaderini
tayin etme hakkını elinde bulundurmasını barışçıl ve demokratik bir temelde
edinmesine kimse itiraz etmez/etmemelidir. Zira en gerekli, en temel hakların
barış yoluyla, demokratik kriterlerle halli kötü değil, iyidir. Ama burada Kürt
ulusunun kendi kaderini tayin etme hakkının tanınması şartıdır barışçıl,
demokratik yol.
Bu
hak, Türk egemen sınıflarınca tanındığı sürece, yani haksız ilhakına son
verdiği sürece, barışçıl demokratik çözümün içeriği bu taleplerle doldurulduğu
sürece burada bir sorun yoktur. Zira barışçıl-demokratik çözüm ulusal sorunun
çözümünü kapsayan bir içerik kazanır. Bu, bir ulusun en temel hakkını en ideal
yöntemle elde etmesi demektir.
Ancak
barışçıl, demokratik çözüm yolu eksenine oturtulan politik yönelim, sorunun
esasına yönelmekten uzak; Türk egemen sınıflarının Kürt ulusunun kendi kaderini
kendisinin tayin etmesi hakkını tanımasını içeren, dayatan bir muhtevada
değilse orada ulusal sorunun çözümünden bahsedilemez. Bu, adına ne denirse
densin, ezen ulusun burjuvazisinin ayrıcalıklı konumunun bir başka biçime
bürünerek korunması anlamına gelir.
Kürt
Ulusal Hareketi epey bir süredir meselenin çözümüne dair barışçıl-demokratik
çözümü Demokratik Özerklikle içeriklendirmektedir. Soruna bu zeminde “çözüm”
aramaktadır. Bu “çözüm” projesinin beyan ettiği irade, içerdiği politik
muhteva, ezen ulusla birlikte yaşama yönlüdür.
Yani
Türk egemen sınıflarıyla, Kürt ulus kimliğinin belli yönleriyle tanınmasını
hedefleyen bir uzlaşı arayışı, çabası söz konusudur. Burada hedefler; yerinde
yönetim, yerel yönetimlere özerklik ve siyasi-idari yapıda tam katılımlı
demokratiklik, bölgesel bazda kültürel farklılıkların özgürce ifade edildiği
bir yapılanma, kendi dil, renk ve sembolleriyle bir yönetim vs.’yi içeren geniş
temelde bir kültürel haklar silsilesi şekline bürünmektedir. Ulusal hareketin
son uğrağı burasıdır. Ayrılıp bir devlet kurma yerine, bir arada yaşama ama
ulusal kimliğin siyasal-kültürel temelde örgütlenme, kendini ifade edip
yaşamasını içeren bir forma sahiptir.
Kürt
Ulusal Hareketi, faşist Türk devletine karşı ulusal sorunun çözümünde ortaya
koyduğu devrimci programı ve hedefleri bir yana bırakarak; bugün sistem içi
düzeltmeleri, Kürt ulusunun siyasal ve kültürel haklarının mevcut sistem içinde
köklü reformlarla verilmesini içeren bir noktaya gelmiştir. Ulusal hareketin bu
değişen yörüngesi kuşkusuz başlı başına bir tartışma konusudur. Meselenin
devrimci zeminde çözülmesinden bu vazgeçiş, tartıştığımız nokta değildir. Ancak
bu kayışın sorunun ortaya konuluş biçimini etkileyen, bu değerlendirmeyi
farklılaştıran bir noktaya evrilmesini getirmiştir. Ve bu politika alanına da
doğrudan yansımıştır. Zira her uzlaşma çabası kendi haklarından, taleplerinden
belli oranda vazgeçmeyi getirir.
Ulusal
hareketin sistem içi arayışı, Türk egemen sınıflarıyla uzlaşma ve uzlaşarak
Kürt ulusal sorununun “hal yoluna konması” çabası da haliyle belli vazgeçişleri
getirir. Kürt ulusal hareketinde bu, uzun süreçtir bir çizgidir. Buna dair
yaklaşımımızı, yani proletaryanın sınıf prizmasından bu kayışı çokça
değerlendirdik. Bunlar biliniyor. Nihayetinde ulusal hareketin kendi
ideolojik-teorik-politik tercihini yapma gibi özgür bir iradesi vardır. Bugün
bu tercihini yani çözüm yönünü reformcu temele oturtan bir içerikten yana
kullanmaktadır. Mücadelesini bu eksene oturtmaktadır. Biz bugün bu siyasal
iradeyi bir realite olarak kabul edip, dost ve ittifak bir güç olma gerçekliğinin
ortadan kalkmadığı yaklaşımıyla; ortaya konulan yaklaşımlara MLM’nin
perspektifinden bakarak konumumuzu alır, politik tutumumuzu ifade ederiz.
Daha
da somutlarsak: “çözümde” dönemeçte olunduğunun ifade edildiği, devletin en
yetkili mercilerinin “iyi şeyler olacak” (kimin için? hangi taraf için?)
diyerek ve de “Kürt sorununda Türkiye modeli yaratacağız, örnek olacağız”
(sorunun kapsamı ve boyutuna rağmen “kusura bakmayın hiç mütevazı olamayacağız”
edasıyla hızını alamayıp “model” yaratma iddiası kelliğe karşı ilacı olduğu
iddiasındaki kel bir adamın durumunu andırıyor!) açıklamalarıyla motive olduğu;
“Kürt açılımı” ifadesini devletin resmi belgelerine, sorunu kabul olarak ilk
defa kamuoyuna deklare edilerek kayıt ettiği; Kürt Ulusal Hareketinin legal
siyasi temsilcilerinin ve Abdullah Öcalan’ın muhataplık derecesinin, düzeyinin
Türk egemenlerince içten içe tartışıldığı; “bebek katilinden İmralı hükümlüsü”
sıfatının verilerek psikolojik sınırların değiştirildiği; hem Türk
egemenlerince hem de Kürt Ulusal Hareketi ve önderliği tarafından yoğun bir
teşviki mesai ile yol haritalarının-yöntemlerinin yazılıp çizildiği bu
koşullarda ortaya konan projelerin özüne, içeriğine bakmak; neyi hedeflediği ve
bu minvalde devrimci görevin ne olduğunu, nasıl bir duruş içinde olmak
gerektiğini iyi belirlemek gerekiyor.
Zira
Kürt ulusal sorununun muhataplarının, yani Kürt Ulusal Hareketi ve Türk egemen
sınıflarının meseleyi ele alışta karşıtlık ve ortaklık temelinde iki yandan
bahsetmek gerekir. Karşıtlık temelindeki mücadele, sorunun ilerici yanını; yani
Kürt ulusal sorununun ve onun hareketinin reformlar yoluyla da olsa belli
hakların edinmesini içeren ve Türk egemen sınıflarının bu minvalde
zayıflamasını, kan kaybını koşullayan bir yönü içerir. Türk egemenlerinin gasp
ettiği Kürt ulusunun haklarının belli yönleriyle alınmasını kapsayan bir
mücadele, yaklaşımdır karşıtlık olan nokta. Ortaklık noktası ise faşist
sistemin tıkanan, çözümsüz kalan, kriz halinde yürütmekte zorlandığı,
yönetmekte zorlandığı, açmazların “reformcu” temelde, kolaylaştırıcı
yaklaşımlarla ikame edilmesine, yolunun açılmasına katkı sunuluyor olmasıdır.
Kürt
ulusal hareketinin bütün çözüm projeleri bu yanı da içermektedir. Burada
sürecin devlet açısından sadece Kürt meselesiyle ilerlemediğini bütünlüklü bir
yönelim ve yapılanma ile kendisini bir sürece hazırladığın ifade etmek
gerekiyor. AB ekseninde 2000’lerin başından beri sosyal, ekonomik, idari ve
siyasi temelde bir dizi yasa ve düzenlemelerin yenilendiği ve yapısal adımlar
atıldığı, yine Ergenekon soruşturması ve davasıyla yapılanmanın bir başka
ayağının yürütülmesi, Kemalist ideolojinin bu gerçekliğe göre revize edilmesi
gibi bir süreç yaşanıyor. Kürt meselesini egemen sınıfların bu geniş perspektif
ve yapılanma içinde ele aldıklarını belirtmek, devletin karşı-devrimci
pozisyonunu bu yeni şekillenişle sağlamlaştırmak istediğini görmek, ifade etmek
gerekiyor.
Türk
egemenleri bu minvalde ilerlerken Kürt ulusunun tam eşitlik temelinde haklarını
kazanmasını ya da bunu tanımasını kabul etmeyecek bir “çözüm” arayışını ve
anlayışını benimsiyor. Yani kendini ikame ederken Kürt ulusunun temel haklarını
gasptan vazgeçmeden ama belli haklar (kültürel, bireysel) vererek ilerleme
hesabı içindedir. TC’nin meseleye geniş perspektifle Neo-Osmanlıcılık hayali, bölgede
önder lider ülke olma hevesi ile baktığı, bu “iç sorunu” bu hesaplarla “çözmüş”
gibi yapma telaşı vardır. Yani emperyalizmin politikalarının ve buradan kendi
çıkarlarının selameti için bir uğraş, arayış içindedir.
Bugün
uzlaşma, diyalog denilerek üretilen politika, yaklaşım Kürt ulusunun tam hak
eşitliği temelindeki haklarından taviz vermesi anlamını içermektedir. Zira
yaşamın, sosyal pratiğin ve siyasetin gerçekleri taraflar arasındaki uzlaşmada
karşılıklı tavizleri zorunlu kılar. Türk egemenlerinin geldiği noktada
bulundukları haksız, ilhakçı, inkarcı (kaba) pozisyonlarından “bireysel
kültürel demokratik haklar” çerçevesinde ve batılı emperyalist güçlerin azınlık
hakları temelindeki “çerçeve anlaşması” eksenine oturan, bugün AB müktesebatı
ekseninde “kültürel”, “yerel yönetimlerin yetkilerinin genişletilmesi” hakları
gibi ulusların kendi kaderini tayin hakkı yerine ikame edilen ve kuşkusuz
basbayağı bu hakkın kullanımını inkar ve ret eden çerçevede bir “tavize” hazır
olma gerçekliği söz konusudur.
Türk
egemenleri belirledikleri azami çerçeve dışına çıkmaksızın, bu çerçevenin
sınırlarını daraltacak, tavizleri çok daha geriye çekerek ne idüğü belirsiz
olan çerçevesinin dahi çizilmediği ama bütün özü ulusal kimliği ret temeline
oturan bir bireysel hak ve özgürlükler, yani “demokratik paket” açılımı
yaklaşımını benimsiyor. Bunun anlamının en iyi ve net ifadesi: “Etnik kimlik
onurdur, şereftir. Bunu söylemek, ifade etmek, bireysel temelde kendi içinde
yaşamak mümkündür. Ancak bunun bir ulusal kimlik, ulusların eşitliği temeline
dayanan bir hak talebi olarak ele alınması ifade edilmesi, bu eksende
örgütlenip mücadele edilmesi söz konusu dahi olamaz.” Evet, Türk egemen
sınıflarının ortaya koyduğu çerçeve budur. Bu çerçevenin ulusal sorunun
çözümüyle uzaktan yakından ilgisi olmadığı gibi, ulusal kültürel hakları,
kimliğin bireysel temelde özgürce ifade gibi sorunun kapsam ve boyutuna teğet
bile geçmeyecek yanı vardır. Öyle ki Türk egemen sınıfları ulusal kimlik talebi
ekseninde legal zeminde örgütlenme, siyaset yapma hakkına dahi karşıt
pozisyonda duran bir “demokratik açılım” planlayabilmektedir. (Ancak bu noktada
şekli belli olmayan, ucubeleştirilmiş de olsa belli “haklar” vermeye yatkın
durma gerçekliği vardır. Bu da devletin vereceği tavizler kapsamına giren muhtevadır.)
Burada
anlaşılması gereken nokta; diyalog, savaşın sona erdirilip barışın inşa
edilmesi, demokratik temelde meseleyi ele almak ve çözüme kavuşturmak vs.
şeklinde formüle edilen ve ulusal sorunun çözümünün bu şekilde sağlanması
gerektiği vurgusunun, amacının ve gerçekliğinin hatta tek yöntem olarak ifade
etmenin esasında ulusal sorunu çözmekten uzak yaklaşımlar olduğunu görmektir.
Bu yaklaşım, bu perspektif Kürt ulusunun zoraki birliğe zorlamanın altını
güçlendiren içeriğe bürünmektedir. Değişen, değişimi zorlayan mevcut durum,
statükonun farklılaşmasına el veren koşullar tarafların yaklaşımı ve
politikasıyla değerlendirildiğinde ulusal sorunun “çözümü”nü değil, ulusal
baskının Türk egemen sınıflarınca dozunun azaltılmasını içeriyor. Buna “çözüm” demek
en hafifinden perspektif yitimidir. Ve nereden bakılırsa bakılsın Türk
egemenlerinin işine, çıkarına gelen tutumlardır. Gerçeklerin dili olma görevi
özellikle bu koşullarda yani “iyimserlik” ikliminde daha bir gerekli ve
ihtiyaçtır.
Bugün
ulusal sorunun oturduğu diyalog ekseni Türk halkının iradesiyle Kürt ulusunun
iradesi şeklinde bir denklem değildir. Kürt ulusal sorununun “çözümü” adı
altında taraflardan birisi Türk egemen sınıflarıdır. Bunlar Türk milliyetinden
halkın temsilcisi değil sınıfsal düşmanıdır. Bunlar Türk, Kürt uluslarından ve
çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının düşmanı olan bir grup büyük toprak
ağası ve komprador burjuvazidir. Ve devlet bunların faşist nitelikli,
emperyalizme bağımlı devletidir. Ve Kürt ulusal hareketi mücadelesini bu egemen
sınıflara ve bunların haksızlıklarına karşı yürütmektedir. Bugün barışçıl,
demokratik diyalogcu uzlaşmaya dayanan çözümü de, çağrıyı da haliyle bu
kesimlere yapmaktadır. Dolayısıyla meseleyi Türk ve Kürt halkı çerçevesinde ele
alan, çelişkiyi bu temele oturtan ya da sorunun çözümünün taraflarını böyle ya
da buna denk düşecek şekilde ifade eden politik yaklaşımlar yanlıştır.
Tarihi
fırsat, çözüm fırsatı denilen denklem Türk egemen sınıflarıyla Kürt ulusal
hareketi arasında kurulmaktadır. Bu anlamıyla sorunun bugün muhataplaştırıldığı
ve ele alındığı zemin bu sınıfsal temsiliyetlerin çıkarları ekseninde
yürümektedir. Ortaya çıkacak “çözüm”ün uzlaşmanın bu ilişkiler içerisinde
gerçekleşeceğini net şekilde vurgulamak gerekiyor. Bu önemlidir çünkü Kürt
ulusal sorununu Türk ve Kürt halkının çelişkisi denklemine oturtmaya çalışan
yaklaşımlar söz konusudur. Bu, sorunun özünün, sınıfsal niteliğinin, nereden
kaynaklandığının göz ardı edilmesine neden olacağı gibi Türk egemen
sınıflarının eliyle Kürt ulusal sorununda oluşacak kimi açılımlarında ya da
projelerinde siyasal niteliğinin gözden kaçmasına neden olacaktır.
Bugün
“çözümün kendisini dayatması”, “tarihsel fırsat” gibi yaklaşımlarla ortaya
çıkan “çözümün” gerçekleşeceği eksenli iyimser atmosfere, bu perspektifi
yitirmeksizin bakmak oldukça önemlidir. Aksi takdirde sorunun politik
muhtevasına nüfuz etmek, gelişmeleri doğru yorumlayıp yerinde politik-pratik
müdahalelerde bulunmak, meselenin esas dinamiğini, tarihsel-sosyal-siyasal
özünü sınıf mücadelesi lehinde daha ileriye taşımak mümkün olmayacaktır.
Özellikle
bugün, Kürt ve Türk halkı denklemi temelindeki ele alış (devrimci hareketin
zayıflığından ileri gelen) Kürt ulusal meselesine karşı Türk şovenizminin
etkisinde ve onun penceresinden bakan Türk milliyetinden emekçi halkın bu
etkiden, bu zehirli ideolojik hastalıktan kurtulması yolundaki mücadeleyi
zorlayıcı bir yaklaşım olacaktır. Bu her iki türden milliyetçiliği körükleyip
geliştirir. Oysa yapılması gereken sorunun esas kaynağının sınıfsal kökenine uygun
olarak Türk egemen sınıflarının politikasından, ideolojisinden, var oluş
felsefesinden ileri geldiğini anlatmaktır. Sorunun çelişkisini bu denklemin
dışına taşıracak, algılara yol açacak yaklaşımlardan kaçınmak önemlidir. Aksi
takdirde kitlelerin sorunu algısında ve politik muhtevasını, sınıfsal özünü
kavramalarında sapmalar, zorluklar kaçınılmaz olur.
Türkiye’de
Kürt ulusal sorununun var oluş biçimi; tarihsel arka planı; aldığı siyasal-ideolojik-toplumsal
biçim; ve egemen sınıfların bu soruna karşı aynı minvalde yaklaşımı ve de
özellikle devletin kuruluş evresinde yapılandırılmasında, temel ideolojisinin
ve siyasal sisteminin şekillendirilip süreç içinde derinlik kazandırılmasında,
kuruluş felsefesinin oluşturulup temel paradigmaların kronikleşmesinde yaşanan
gerçeklik; bu sorunun egemen sınıflarca ele alınmasını ve değerlendirmesini çok
daha özgün, karmaşık ve esneklikten uzak kılmaktadır. Egemen sınıflar
yarattıkları, beslendikleri, varlıklarını bağladıkları ve üzerinde
yükseldikleri ideolojik siyasal argümanlarıyla ulusal sorunda en kaba faşist
inkârcılıkla oluşturulmuş bir öze sahiptir.
Bu
katı faşist şekilleniş meseleye yaklaşıma nüfuz etmektedir. Temelde yönetme
argümanlarına, çözüm adı altındaki politikalarına, soruna getirdiği tanımla ve
devletin yukarıdan aşağı doğru bütünlüklü olarak kurumlarının pratik tutumuyla
kendini göstermektedir. Şu net söylenebilir: Bu devlet verili şekillenişiyle,
çözüm algısı ve politikasıyla, birlikte yaşama kriterleri ve parametreleriyle
Kürt ulusal sorununda sorunu kapsayan hak taleplerine asgari düzeyde yanıt
verme yeteneğine hazır değildir. Yani Kürt ulusunun tam hak eşitliği temeline
dayanan, kolektif ulusal kimliğini birlikte yaşama hakkı tanıması söz konusu
olmayacaktır. Türk egemenleri bugün bu noktadaki duruşlarını kendi varlık
gerekçelerine uygun olarak ve kendi iç tutarlılığı icabı beyan etmektedir.
Yine
Türk egemenlerinin “sorunları çözme” yaklaşımındaki hastalıklı şekillenişleri
burada da kendini göstermektedir. “Muhatapsız çözüm”, “terör örgütünün varlık gerekçesini
ortadan kaldıracak çözüm” vs. söylemleriyle bugün ifadesini bulan, ulusal
hareketin muhatap alınmayacağını içeren bir yaklaşımı söz konusudur. “Komünizm
gerekliyse devlet getirir” yaklaşımının tipik bir türevidir bu yaklaşım. Kürt
ulusunun örgütlü gücünü açıktan muhatap almamak gibi gerici bir parametresi söz
konusudur. Her ne kadar gelinen noktada bu durum deve kuşunun başını kuma gömüp
gizlenmesine dönüşmüş olsa da, resmi düzeyde böyle bir yaklaşım vardır.
Kürt
ulusal hareketinin muhataplığı Kürt ulusunun örgütlü iradesi olduğunun kabulü
sağlıklı bir diyalog için şarttır. Ulusal hareket bu şartı önemsemeli ve bir
gereklilik olarak koymalıdır. Kuşkusuz böyle bir muhataplığın açık, şeffaf, göz
önünde meselelerin tartışılması ve toplum tarafından görülmesi zemini açısından
savunulması da gerekir. Ancak burada bir vurgu gereklidir: Kürt ulusal
hareketinin muhatap alınmasını, devlete bunun kabul ettirilmesini ya da
devletin bunu kabul ederek bir diyalog eksenine oturmasını Kürt sorununun
“çözümü” olarak ifade edip ele alınması eğilimleri vardır. Evet, böyle bir
muhataplık önemli bir kazanımdır. Ancak sorunun çözümünü böyle bir muhataplığın
içinde görmek, “çözümü” buna içsel görmek yanlıştır, hatalıdır. Çözüm
parametresi sorunun içeriğine dairdir, politik kriterlerdedir.
Egemen
sınıfların emperyalizme bağımlı ideolojik-sınıfsal-siyasal şekillenişi ve
aldıkları kimi ucube pozisyonlardan dolayı ulusal sorunun çözümünün uzlaşma ve
barış yoluyla gerçek anlamda mümkün olmayacağını ifade etmek gerekiyor. Egemen
sınıfların içinde yer alacağı ve “çözüm” diye lanse edilen ve bu eksende
beklentilerin şekillendirildiği algı yanılsamalı, meselenin özünü kapsamayan ve
içinde bölge üzerinde emperyalizme uşaklık politikalarıyla şekillenen bir
içeriğe sahip olacaktır.
Kürt
ulusal hareketinin yürüttüğü haklı ve meşru silahlı savaşımın yarattığı
kazanımlar bugün devleti başka faktörlerle birlikte bir noktaya taşımış,
meselenin “çözümü” için uzlaşı yoluna itmiştir. Meselenin bu mecraya gelmiş
olması yani devletin bu denli esnemesi onun çözüm algısının ve amacının ve
çözümden anladığı şeyin sınıfsal niteliğinin gözden kaçmasını getirmemelidir.
Ve yine egemen sınıfların özelde son 30 yıldır Kürt Ulusal Hareketinin haklı
savaşımı ve mücadelesine karşı verdiği savaşın haksız ve gayri meşruluğunu ve
her türlü karşı devrimci yöntemin uygulandığını unutmamalıyız. Bu savaşın iki
yönü olduğunu unutmaksızın savaşın kendisini, “kirli savaş” olarak ifade etmek
ve bir an önce bunun son bulmasını istemek, üstelik ne pahasına son bulmasını
istemenin altını tam dolduramamak egemenlerin imha ve inkâra dayalı haksız
duruşlarını gözden kaçırmak anlamına gelir.
Bu
savaşta esasta Kürt ulusu ve zorla askere alınan emekçi halk çocukları ve
aileleri mağdur olmuştur. Bu ezilenlerin ve sömürülenlerin sosyal ve toplumsal
niteliğinden ötürü içsel olan barış tutkusuyla birleşince bir özlem ve
gerekliliğe dönüşür. Ama ne pahasına? Ezilenler ve sömürülenler yine içsel
olarak hak ve taleplerinin tam sağlanmasını içeren bir barışa özlem duyar.
Bunun olmadığı koşullarda direngen, savaşkan ve mücadeleci yanıyla duruşunu
gösterir mutlaka.
Bu
temelde barışın içeriği, özü ve ona propaganda ekseni hem Kürt ulusuna hem de
Türk milliyetinden emekçi halka; Kürt ulusal mücadelesinin haklı ve meşru
zeminde olduğu, Türk egemen sınıflarının ise haksız taraf olduğu, dökülen kanın
ve verilen canların asıl mesuliyetinin onlar olduğunu anlatmaktır. Ve barışın
temel şartlarından birisinin, haklı ve meşru olan tarafın mücadelesine konu
olan haklarının tam ve eksiksiz, kayıtsız-koşulsuz verilmesi olduğu
unutulmamalıdır.
Bugünün
en önemli devrimci görevlerinden birisi Kürt ulusunun KKTH’ni kazanması için
yürüttüğü savaşımın haklılığını, bunu engelleyen egemen sınıfların ise
haksızlığının propaganda edilmesidir. Ve ortaya çıkacak barışın, uzlaşının bu
gerçeklik içinde kurulması gerektiğinin propaganda edilmesidir. Bizler için
barışçıl, demokratik çözümün altının dolduruluş biçimi, Kürt ulusunun Kendi
Kaderini Tayin Etme Hakkının Türk egemenlerince tanınması; bunun nasıl
kullanılacağına Türk egemenlerinin ya da başka bir gücün müdahale etmemesidir.
Bunu Kürt ulusunun kendisinin belirlemesidir. Yani sağlanacak barışçıl çözüm,
haksız tarafın uyguladığı haksızlıktan vazgeçmesi esas yan olmalıdır; haklı
olanın haklı taleplerinden vazgeçmesi değil.
Ama
bugün bu ikili yan gözden kaçırılmaya çalışılıyor. Haksız olan tarafın, yani
Türk egemen sınıflarının çözüştürülmesi yerine; ulusal sorundaki tutarlı ve
doğru olan yaklaşım (yani KKTH) karartılarak bu özden uzaklaşmaya yol açan
politik projeler, “çözümler” geliştirilerek Kürt Ulusal Hareketi çözüştürülmeye
çalışılıyor. Barış ve demokratik çözüm yaklaşımı, sorunun gerçek özünü ve esas
yönünü tarif edip tanımlayarak yapılandırılmadığı sürece, bunun altı bu
minvalde doldurulmadığı müddetçe ortada konjonktürün dayattığı ve Kürt Ulusal
Hareketinin yanlış çizgisinin politikasının zemin sunduğu bir gerçeklik içinde,
Kürt ulusunun yine zoraki birliği, ezilen bağımlı ulus konumunun devam
etmesinin sürdürülmesinden başka bir sonuç çıkmayacaktır. Ulusal sorun farklı
biçim ve durumlarla kendini korumaya devam edecektir.
Bizlerin
karşı çıkmamız, üzerinde yoğunlaşılıp her alanda, platformda, eylem ve
etkinlikte, çalışmalarda mücadele konusu yapmamız gereken nokta burasıdır. Bu
“çözüm” adı altında sunulan tutumdur.
Yine
bunun yanında devletin adına “Kürt açılımı” dediği ve “iyi şeyler” olarak ifade
ettiği bir süreç yaşanıyor. “Türkiye modeli” diyerek yola koyulan devlet, Kürt
meselesini “demokratik açılımlar” adı altında “çözme” gayreti içinde, bireysel
hak ve özgürce yaşama gibi politik muhtevanın ötesine geçmeyecek kültürel
kırıntılara karşı-devrimci politik açılımlar tutumuyla yaklaşarak esas hedefe
oturtmalı; Kendi Kaderini Tayin Hakkının tanınması mücadelesi çağrısı
yapmalıyız. Türk egemenlerinin iyi şeyler dediğinin, emekçi halk ve Kürt ulusu
için kötü şeyleri içerdiğini bilince çıkarmak zorunludur.
Bu
temelde devletin “çözüm” adı altındaki yaklaşımların çözümsüzlük ve
emperyalizmin bölgesel çıkarları, enerji geçiş hatlarının güvenliği gibi çıkar
hesapları ekseninde şekillendiği ve Kürt Ulusal Hareketinin tasfiyesinin esasta
amaçlanmasına oturan bir yaklaşım olduğu net anlaşılmalıdır. Onlar için “tarihi
fırsat”, Kürt ulusal sorununun çözümü değil, bel kemiğinin kırılmasıdır. Tıpkı
Ağrı İsyanını kanlı bir şekilde bastırdıktan sonra yazdıkları ve ifade
ettikleri gibi amaç; “Kürdistan hayali burada medfun (gömülü)dur.” Bunu bir
daha yazmak, gerçekleştirmektir amaçlanan.
Bunun
yanında süreçte “çözüm” diye ifade edilen Kürt Ulusal Hareketinin ortaya
koyduğu iradenin desteklenecek kimi talepleri de dillendirmesi gerçekliği
gözden uzak tutulmamalıdır. Yani meselenin bir yönü de Kürt ulusal haklarının
genişletilmesini içeren kazanımlardır. Bu haklar TC tarafından dolandırılarak
da olsa, kendi gerici amaçlarına payanda yapılma amacıyla da olsa mücadeleyle
koparılıp alınıyor. Bunun politik tarifi ulusal hareketin olumlu eylemi olarak
görmek, ifade etmek gerekiyor.
Bu
haklar, kazanımlar devleti bir yanıyla çözmeye, onun gerici paradigmalarının
çözülmesine yol açtığını belirtmek gerekir. Yine ezilen, sömürülen, haksızlığa
uğrayan sosyal, mezhepsel ve sınıfsal katmanlara dolaylı ya da direkt olarak
direngen, mücadeleci bir ruh aşılıyor ve hak elde etmenin yolunu gösteriyor bu
kazanımlar. Ulusal hareketin ortaya koyduğu kimi demokratik talepleri sınıf
mücadelesinde ezilenler lehine kazanımlar olarak yazılacaktır. Bu demokratik
kazanımlar Türk egemenlerinin kayıpları, onları zayıflatan bir yönü
içermektedir.
Ulusal
sorunun tutarlı ve doğru bir perspektifle çözülmesinin mümkün olacağını ısrarla
dillendirmek, bunu ifade etmek günün göreviyken, ulusal hareketin
mücadelesinin, ortaya koyduğu yaklaşımın bunu kapsamaması ulusal hareketin
taleplerine, mücadelesine gözümüzü kapamamız, desteklemememiz anlamına gelmez.
Elbette ulusal hareketin çözüm diyerek bayraklaştırdığı politikasını elimize
alıp sallamamız, kimi dostlarımız gibi bu politikaların özünü görmeksizin kendi
politikamız gibi sahiplenmemiz söz konusu dahi olamaz.
Hatta
mücadelemizle ortaya konan yaklaşımın ulusal sorunu çözmekten çok sorunun
üstünü örtmeyi, özünü gizlemeyi içerdiğini ifade etmeliyiz. Bunu yaparken
barışçıl ve demokratik yoldan ne anladığımızı, bunun altının nasıl doldurulması
gerektiğini gündemleştirmeliyiz. Kürt ulusal hareketiyle politik-pratik
ortaklıklar ekseninde hakların daha geniş çerçevede kazanılması için omuz omuza
davranmaktan geri durmamalıyız.
Kendi
yaklaşımlarımızı uyarıcı, ilerletici ve ulusal hakların daha geniş çerçevede
kazanılmasına hizmet edecek şekilde tarihsel ve politik güncel bir görev olarak
görmeliyiz. Bunun yanında komünistler Kürt işçi ve emekçilerinin bu temelde
mücadelesini yürütür ve yönetir. Kürt ulusal hareketinin milliyetçiliği
güçlendirmeyi hedef alan eylemlerine karşı, Kürt işçi ve emekçileri uyarır.
Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyetlerden emekçi halkın ortak sınıfsal
çıkarları ekseninde demokratik halk devrimi mücadelesine seferber eder. Bu
görevin gerçekleşmesini sağlayacak politik tutumlar esas görevdir.
“Demokratik halk diktatörlüğü sisteminde bütün milletlerin ve
dillerin tam eşitliği garanti edilecektir. Hiçbir zorunlu dil tanınmayacak,
halka bütün yerli dillerin öğretildiği okullar sağlanacaktır. Halk devletinin
anayasası, herhangi bir milletin, herhangi bir imtiyaza sahip olmasını ve milli
azınlığın haklarına herhangi bir tevazünü kesinlikle yasaklayacaktır. Her ulusa
kendi kaderini tayin hakkı tanınacaktır. Bütün bunların gerçekleşmesi için
özellikle yaygın bölgesel özerklik ve tamamen demokratik yerel kendi kendini
yönetim gereklidir. Bu özerk ve kendi kendini yöneten bölgelerin sınırları,
ekonomik ve sosyal şartlar, nüfusun milli bileşeni vb. temeli üzerinde bizzat
mahalli nüfus tarafından tayin edilecektir.”
(İbrahim Kaypakkaya, Seçme Yazılar,
Umut Yay, 2004 Sf: 320-321)
SORUNUN ÖZÜNE VAKIF OLAMAYANLAR ONU
AŞAMAZLAR!
Ezen ulus milliyetçiliğinin panzehiri ezilen ulus milliyetçiliği
değildir! (2)
diger makale linkte.TIKLAYINIZ
https://partizanarsiv12.net/wp-content/uploads/2018/03/partizan_sayi_69.pdf