17 Eylül 2025 Çarşamba

ÇEVİRİ | Yabancı ajanlar Gen-Z hareketini ele geçirdi-17 Eylül 2025

Toplantıda, bu hareketin Z Kuşağı'nın gençlik heyecanı, Nepo Baby ve yolsuzluk karşıtı öfkesi sonucunda aniden ortaya çıkmış olsa da, aslında yabancı emperyalist güçlerin ve onların ajanlarının uzun vadeli bir planının sonucu olduğu sonucuna varıldı.

 

Açıklama: Nepal’de yaşanan isyanı değerlendiren bu makale, Nepal Devrimci Komünist Partisi (NDKP) yayını moolbato.com sitesinde yayınlandı. Özgür Gelecek okurları için çevirdik.


Nepal 36 yıldır parlamenter sisteme sahip. Bu arada, ülkeyi yolsuzluğa sürükleyen ve 2,8 trilyon rupi borcun pençesine düşüren başlıca sorumlular parlamento partileri.

Çok partili sistemden sonra, Krishna Prasad Bhattarai (Nepal Kongresi) iki kez başbakan oldu (1990-1991, 1999-1999).

Girija Prasad Koirala (Nepal Kongresi) beş kez (1991–1994, 1997–1998, 1998–1999, 1999–2001, 2006–2008),

Manmohan Adhikari (UML) bir kez (ilk ‘komünist’ Başbakan, 1994–1995), Sher Bahadur Deuba (NC) beş kez (1995–1996, 2001–2002, 2004–2005, 2017–2018, 2021–2022),

Lokendra Bahadur Chand (RPP) iki kez (1996–1997, kral tarafından atandı), Surya Bahadur Thapa (RPP) iki kez (1997–1983, 2003–2004), Madhav Kumar Nepal (UML) bir kez (2009–2011),

 Jhalanath Khanal (2011–02–06 – 2011–08–28), Baburam Bhattarai (‘Maoist’) bir kez (2011–2013),

 Khadga Prasad Sharma Oli (UML) üç kez (2015-2016, 2018-2021, 2024-2025),

 Pushpa Kamal Dahal ‘Prachanda’ (‘Maoist’) üç kez (2008-2009, 2016-2017, 2022-2024), Sushil Koirala (Kongre) bir kez (2014-2015), Khilraj Regmi (Partisiz) bir kez (2013-2014) Başbakan oldu.

Çok partili sistemlerden kurulan 28 hükümetten 28’i Kongre’den, 5’i UML’den, 4’ü ‘Maoist’lerden, 4’ü RPP’den ve 1’i de partisiz partiden olmak üzere hükümet kuruldu. Federal Demokratik Cumhuriyet’in kurulmasından sonra kurulan 14 hükümetten 4’ü Kongre’den, 5’i UML’den, 4’ü ‘Maoist’lerden ve 1’i de partisiz partiden oldu.

Bu 14 hükümetin liderliğinde UML’nin üç lideri, KP Oli 3 kez, Madhav Nepal bir kez ve Jhalanath Khanal birer kez, her biri 5’er kez, ‘Maoist’lerin iki lideri, Prachanda 3 kez ve Baburam Bhattarai bir kez, Nepal Kongresi’nden Girija Prasad Koirala bir kez, Sushil Koirala bir kez ve Sher Bahadur Deuba ikişer kez Başbakan oldu. 13 parti hükümetinden 9’una ‘Komünist Parti’ liderleri başkanlık etti.

Kongre ve RPP’yi bir kenara bırakırsak, demokratik cumhuriyetin 9 hükümeti neden bu ülkenin ekonomik ve sosyal dönüşümü için somut bir eylem planı oluşturamadı ve toplumun alt sınıfları için çalışamadı? Neden yozlaşmış yönetim sistemini daha da güçlendirmeye çalıştılar? Neden yolsuzluk ve usulsüzlük bataklığına saplandılar? Sonuç olarak, Gen-Z isyanı, Kongre, revizyonist ve oportünist (parlamenter) ‘Komünist’ler, RSPB ve RPP hakkında ciddi sorular gündeme getirdi ve meşruiyetlerinin sona erdiğini doğruladı.

G-Z isyanında yaşanan aşırı ihanet ve soykırıma karşı büyük bir hoşnutsuzluk yaşandı. Ancak ironik bir şekilde, gerçek yurtseverlerin ve devrimci güçlerin güçlü bir varlığının yokluğunda, bu isyan yabancı gericiler (emperyalizm ve yayılmacılık) tarafından ele geçirildi. Ve isyan, geçmişe kıyasla daha fazla yabancı aracının iktidara gelmesinin zeminini hazırladı. Ve başıboş iktidar, sistem ve anayasa, statükonun içinde bir çember haline geldi.

Gen-Z isyanının ruhu, mevcut yozlaşmış kademeli parlamenter iktidar ve sistemine son vermek ve yolsuzluğu ve kötü yönetimi tamamen kontrol altına alacak yeni bir demokratik devlet sistemi, yani federal bir halk cumhuriyeti kurmak istiyordu. Ancak yerli ve yabancı gericiler, hareketin başarılarını “balık ve kurbağa” statüsüne, [ezilen insanlar sosyal statülerini yükseltemezler anlamında, ed.] indirgediler ki bu, gençliğin fedakarlıklarına büyük bir hakarettir. Gen-Z kuşağının jeopolitik oyunun derinliklerine inmesi, onu anlaması ve analiz etmesi gerekiyor.

İhanet ve Hain Anlaşmalarla Sonuçlanan Geçmiş Hareketler

1951’de Rana’ya karşı bir devrim gerçekleşti. İhanet ve anlaşmalarla doluydu. Perde arkasındaki asıl aktör Hindistan’dı. Kral, Rana ve Kongre arasında Hindistan’ın arabuluculuğuyla bir anlaşma sağlandı ve Rana devrimden sonra bile Başbakan yapılarak dönemin devrimcileri ciddi şekilde ihanete uğradı, aşağılandı ve küçük düşürüldü. K. I. Singh ve Bhimdatta Pant’ın ihanet ve anlaşmalara karşı isyanlarını bastırmak için Hindistan ordusu görevlendirildi. Ordu, Nepal’in kuzeyinde Çin ile sınır bölgesinde 28 yıl boyunca 18 kontrol noktası kurdu. 1951 devrimi hedefine ulaşamayınca, Mahendra 1960’da bir darbe gerçekleştirdi.

1990’da çok partili sistem kuruldu. Ancak burada da Kral, Kongre ve UML arasında üçlü bir anlaşmaya varıldı. Cumhuriyetin sesi (talebi) bastırıldı. Hareketin, anayasal monarşi ve çoğulcu demokrasi anlaşmasıyla sona erdiği ilan edildi. 

Hoşnutsuz partiler, özellikle komünistler, 1998 anayasasının, parlamenter sistemin ve monarşinin tamamen sona ermesini talep eden silahlı bir halk savaşı başlattılar. Halk savaşı, on yıllık bir süre içinde topraklarının yüzde 80’ini kontrol altına almıştı.

Üs bölgeleri, halk hükümeti ve halk iktidarı uygulamıştı. Yedi tümene kadar çıkabilen bir Halk Kurtuluş Ordusu kurmuştu. Ancak, liderliğin ihaneti ve ihaneti nedeniyle, Federal Halk Cumhuriyeti için yürütülen halk savaşı, demokratik bir cumhuriyet anlaşmasıyla sınırlandırıldı ve halk savaşının sonu ilan edildi. Bu anlaşmaya karşı halk savaşını yürüten geniş saflar devrim bayrağını kaldırdı, ancak kopuşlar, ayrılıklar ve bölünmeler nedeniyle devrimci saflar savunma pozisyonuna itildi.

 Bu saflar, özellikle de halk savaşının başlatıcısı Mohan Vaidya Kiran liderliğindeki parti safları, devrimin sesini kendi çapında yükseltmeye devam etti. Mevcut hükümeti, sistemi ve anayasayı tamamen ortadan kaldırarak Federal Halk Cumhuriyeti’nin kurulması için sokaklarda mücadeleye devam ettiler.

Gen-Z İsyanının “Yuvası”

Son 12 yıldır halk savaşını yürüten devrimci çizgi, milliyet, demokrasi ve halkın geçim kaynakları konularında sürekli mücadele etmiş ve Nepal’in kendine özgü niteliklerini temel alan silahlı isyan çizgisiyle, bir dizi askeri halk mücadelesi, sınıf mücadelesi ve halk direnişi hattı hazırlayarak ilerlemektedir. Bu bağlamda, Nepal Devrimci Komünist Partisi’nin Gen-Z isyanı için hazırladığı “yerleşik anlatı” da iktidara ve sisteme karşı isyanın arkasında durmuş ve teşvik etmiştir. Son zamanlarda bu parti, ülke çapında sürekli bir yolsuzlukla mücadele kampanyası yürütüyordu. Sadece bu parti değil, sokaktaki ve parlamentodaki tüm partiler de yolsuzlukla mücadele kampanyasını ana konu haline getirerek ajitasyon yapıyordu. Tüm bu çabalar, halk arasında Kongre-UML koalisyon hükümetine yönelik nefret grafiğini büyük ölçüde artırmıştı. Tüm bu siyasi partiler, akademisyenler, sivil toplum kuruluşları, yazarlar, aydınlar ve gazeteciler, Nepal’in “kaosun eşiğinde” olduğunu, “bir isyan fırtınasının yaklaştığını”, “bir halk ayaklanmasının yaklaştığını”, “nesnel durumun devrim için tamamen elverişli olduğunu” vb. analiz ediyorlardı. Yolsuzlukla mücadele programları sokakları örgütsüz bir şekilde ısıtıyordu.

Yabancı gerici güçler (emperyalistler ve yayılmacılar) da bu durumu ayrıntılı bir şekilde analiz ederek kendi hazırlıklarını yapıyorlardı. Amerikan büyükelçiliği, Gençlik Konseyi, Barış Gönüllüleri, kamu diplomasisi, kültürel diplomasi, insan haklarıyla ilgili sosyal hizmet, bilgi teknolojisiyle ilgili çeşitli eğitimler, eğitim ve ekonomi diplomasisi de dahil olmak üzere yedi eyaletin tamamında Nepal gençlerine değişim, ağ oluşturma, seferberlik ve yönetim konularında sürekli eğitim veriyordu. Bu gençler Balendra Sah [Profesyonel olarak Balen Shah veya Balen olarak bilinen Balendra Shah (d. 27 Nisan 1990), şu anda 15. belediye başkanı olarak görev yapan Nepalli bir politikacı ve rapçi, ed.] aracılığıyla harekete geçiriliyordu. Balendra Sah, Başbakan KP Oli ve mevcut hükümete karşı küçük çaplı bir nefret yaydığını söyledi. Singha Durbar’ı [Katmandu’da büyük bir saray, ed.] yakmaktan, liderleri parça parça gömmeye kadar uzanan açıklamalar yapmıştı.

Hindistan Büyükelçiliği, Nepal’deki 600.000 vatandaşının, büyükelçiliğin tek taraflı yürüttüğü 200 milyon rupilik projeyle ve kendi müfredatına göre 16 okulda eğitim gören genç öğrencilerin beynini yıkamıştı. Bu gençleri Durga Prasai [Nepal’de monarşi yanlısı görüşleride olan tartışmalı sağcı bir politikacı, Durga Prasai kısa süre önce Nepal Genelkurmay Başkanı ile görüşerek kendisini Z kuşağı protesto hareketinin lideri olarak takdim etti. Ed.] aracılığıyla harekete geçiriyorlardı. KP Oli hükümetini devirip kendi istedikleri gibi bir “kukla” hükümet kurmak istiyorlardı. Diğer yandan, gerici güçlerin de kendi planları vardı. Ayrıca, eski orduyu, polisi ve çalışanları kullanarak ülkede genel bir kaos yaratmaya ve monarşiyi geri getirmeye çalışıyor, bulanık sularda balık avlayıp avlayamayacaklarını anlamaya çalışıyorlardı.

Ve sonra patlamaya hazır bir durum ortaya çıktı

Bu ortamda, hangi konunun halk ayaklanmasını ateşlemeye uygun olabileceği konusunda yaygın bir arayış başladı. Gençliğin rolü bir devrim veya isyan için belirleyicidir. Herkesin gençleri sokağa nasıl çıkaracağına dair kendi stratejileri ve hazırlıkları vardı. KP Oli Çin’i ziyaret edip Şanghay İşbirliği Örgütü zirvesinde ‘Lipulek’ meselesini gündeme getirdiğinde, bu durum güney komşusunu [Hindistan, ed.] daha da sinirlendirdi.

Dahası, Çin’in Oli’nin Çin’in GSI’sini [The Global Security Initiative-Kamu Güvenlik Girişimi, ed.] desteklediğini belirten tek taraflı bir açıklama yapması hem güney hem de batı güçlerini aynı anda sinirlendirdi. Dahası, Oli’nin Japon emperyalizmine karşı Zafer Günü’nde düzenlenen askeri geçit törenine katılmasının ardından, güney ve batı güçleri Oli hükümetinin derhal devrilmesi gerektiği sonucuna varmaya başladı. Bir kaynağa göre, bu sonuca dayanarak, Oli’nin kendi danışmanları Oli’ye 26 sosyal medya platformunun operatörlerinin Nepal yasalarına uymadığını, yasal çerçeveye alınmaları ve kayıt yaptırmazlarsa kapatılmaları gerektiğini söyledi. Oli, İletişim Bakanı’na talimat verdi. Sosyal ağ kapatıldı.

Bu arada, Twitter sahibi Elon Musk, Nepal’in yozlaşmış bir ülke olduğu için kayıtlı olmadığını belirten bir mektup gönderdi. Bu nedenle daha da saldırganlaşan Oli, tamamen kapatılmasını emretti. Oli’nin bu hareketi, yabancı gericilere “Ne arıyorsunuz Kano Aankh?” [Bir Nepal atasözü, “kapalı gözlerle ne arıyorsun?” anlamına gelir. Birinin tam önünde duran bir şeyi gözden kaçırdığını veya dikkat etmediğini belirtmek için kullanılır. Burada emperyalistlerin dikkatini çekmek anlamında, Ed.] demek gibiydi.

Ve hemen ardından TikTok üzerinden bir isyan çağrısı yapıldı. Önceden tasarladıkları şey, sözde barışçıl hareketi şiddete nasıl dönüştürecekleri, kontrolsüz bir durum yaratarak hedeflerine nasıl ulaşacaklarıydı. Bir kaynağa göre, genç okul öğrencilerini önde harekete geçirdiler. Polisin ateş açacağı bir durum yaratacaklardı ve polis ateş açar açmaz, keskin nişancılara ateş edip öğrencileri henüz üniversite üniformaları üzerlerindeyken başlarından ve göğüslerinden vurmalarını emredeceklerdi. İşte olan da buydu. Bu da halkın kanını kaynattı ve ertesi gün istedikleri gibi ortalığı kasıp kavurdular.

Kaynağa göre, aynı strateji Bangladeş’te de kullanıldı. Kaynaklar, protestocuların yolu bizzat temizlediklerini ve çöpleri kendilerinin topladıklarını, böylece bir mermi kovanı bulunmasının şüpheli olacağını iddia ediyor. Ancak Nepal Polis Teşkilatı bu konuda herhangi bir açıklama yapmadı. Polis Teşkilatı “hayat kurtarmakla” meşgul olduğu için bu konuda herhangi bir soruşturma yürütülmedi.

Ertesi gün, protestocular kendi planladıkları gibi daha da öfkelendiler. Liderlerin evleri yakıldı, liderler dövüldü. Polisler dövülerek öldürüldü. Tüm polis karakolları yakıldı. Tüm polis silahları alındı. Bazı polisler çırılçıplak soyulup dövülerek öldürüldü.

İçişleri Bakanı ve Başbakan istifa ettiğinde bile protestocular durmadı. Sonrasında, eyaletin kamu binalarında kundaklama ve yağma olayları yaygınlaştı. Parlamento Binası, Singha Durbar ve Yüksek Mahkeme de dahil olmak üzere hükümet binaları ateşe verildi ve Çukçi Haritası’nın [“Çukçi haritası” terimi muhtemelen Nepal’in 2020 yılında yayınlanan ve daha önce Hindistan ile olan sınır anlaşmazlığı nedeniyle Nepal sınırları dışında kalan Kalapani, Lipulekh ve Limpiyadhura gibi bölgeleri de içeren siyasi haritası olan Nepal “Çuç” (çuç) veya “Çukçi” haritasına atıfta bulunmaktadır. Harita, Hindistan’ın kendi harita yayınına bir yanıt niteliğindeydi ve Nepal’in özellikle Kali Nehri’nin doğusundaki toprak iddialarını ortaya koymaya çalışıyordu. Ed.], tüm tarihi belgeleri ve resmi kanıtları yakılıp yok edildi. Böylece, tüm eyaletin idari binaları ve Nepal’in resmi tarihi belgeleri yangında yanarken, sadece 200 metre uzaklıkta bulunan Nepal Ordusu’nun askeri karargahı (savaş üssü) sessiz bir seyirci olarak kaldı. Ancak tüm yapılar ve tarihi belgeler yıkıldıktan sonra ordu güvenliği kendi eline aldı. Ve her yerde eleştirilen sokağa çıkma yasağıyla durum kontrol altına alındı.

Güney ve batının lehine olacak bir hükümet kurma çekişmesi sürerken, ordunun arabuluculuğunda Sushila Karki geçici hükümetin başbakanı olarak atandı. Ve Parlamento feshedildi.

Gen-Z Hareketi ele geçirildi

Gen-Z Hareketi’nin patlama yapmasının ardından, ‘Hami Nepal’ adlı bir örgüt aniden desteklenmeye başlandı. Başlangıçta örgütün öncülüğünü yapanlar, insanları sokağa çıkmaya çağırdılar ve program için CDO ofisinden izin başvurusunda bulundular. Aniden Hami Nepal, Katmandu Belediye Başkanı Balendra Sah ve Hami Nepal Devlet Başkanı Sudan Gurung, hareketin gerçek organizatörleri olduklarını iddia ederek öne çıktılar.

Bazıları Sudan Gurung’un Darjeeling’li, bazıları Chitwan’lı, bazıları da Gorkha’lı olduğunu söylüyor. Vatandaşlık Uygulaması’nda vatandaşlığını doğruladığında, daimi ikametgahının Gorkha, Chumanubri Kırsal Belediyesi, Sirdibas-3 ve doğum tarihinin 25.03.1987 olduğu anlaşılıyor.

Başlangıçta bir gece kulübünde DJ olarak çalıştı ve 2072 depreminden sonra yardım ve kurtarma çalışmalarında yer alarak sosyal hizmetlere katıldı. 2015 yılında ‘Hami Nepal’ adlı bir örgüt kurdu ve 2020 yılında tescil ettirdi. Bu örgütün web sitesine göre Çin karşıtı faaliyetlerde, yani Özgür Tibet hareketinde yer aldığı görülüyor. Hatta şu anda web sitesine destekleyici örgüt olarak ‘Özgür Tibet Öğrencileri’nin logosunu ve bağlantısını koyuyor. 27 destekleyici örgüt arasında bir de ‘Barbara Vakfı’ bulunuyor. Bu vakfın başkanı Dr. Sanduk Ruit’tir. Sanduk Ruit’in ayrıca CIA tarafından verilen ‘Megace’ ödülüne layık görüldüğü anlaşılıyor.

Tarihte ilk kez sürgündeki lider Dalai Lama, Başbakan Sushila Karki’yi tebrik ve iyi dileklerini iletti. Hindistan Başbakanı Modi de Başbakan Sushila Karki’yi tweet’ler aracılığıyla, Dışişleri Bakanlığı aracılığıyla ve Manipur’daki meclise hitap ederken tebrik etti. Bir ülkenin başka bir ülkenin başbakanına iyi dileklerini iletmesi doğal ve normal bir süreçtir, ancak Nepal’in özel koşullarında olaylar üst üste gelmiştir.

Bu gerçekler, Gen-Z hareketinin RAW ve CIA tarafından ele geçirildiğini açıkça ortaya koydu. Şimdi bu hükümet, CIA ve RAW’ın dediğini yapacak. Bu hükümet, yabancı gericilerin kuklası haline gelecek ve komşu ülkelerde Çin karşıtı faaliyetlerin olasılığı artacak, bu da önümüzdeki günlerde daha fazla çatışmaya ve huzursuzluğa yol açacak.

Gerçek yurtseverlerin ve devrimcilerin sorumluluğu

 

10 Eylül 2025’de, Nepal Devrimci Komünist Partisi Genel Sekreteri Vekili CP Gajurel Gaurav başkanlığında ve Genel Sekreter Mohan Baidya Kiran’ın katılımıyla Daimi Komite’nin çevrimiçi bir toplantısı düzenlendi. Bu toplantı, partinin Z Kuşağı hareketinin ardından ülkede gelişen siyasi durum hakkındaki ilk görüşünü oluşturmak üzere düzenlendi.

Toplantıda, bu hareketin Z Kuşağı’nın gençlik heyecanı, Nepo Baby ve yolsuzluk karşıtı öfkesi sonucunda aniden ortaya çıkmış olsa da, aslında yabancı emperyalist güçlerin ve onların ajanlarının uzun vadeli bir planının sonucu olduğu sonucuna varıldı. Ayrıca, Oli liderliğindeki koalisyon hükümetinin sosyal medyada verdiği yanlış karar nedeniyle bu dönemde patlak verdiği de belirtildi. Toplantıda, Z Kuşağı gençliğinin sosyal medyaya, yolsuzluğa ve Nepo Baby’ye karşı yürüttüğü hareketin haklı ve yerinde olduğu, ancak küstahça ve komplolarla kuşatıldığı, ancak partinin son nesil gençliğinin temiz ve doğal ruhunu takdir ettiği belirtildi.

Parti, halk savaşı ve halk hareketinin kazanımlarını koruyarak stratejik bir zincir oluşturması ve ilerlemesi gerektiği sonucuna varırken, ülkeyi gerilemeye ve Z Kuşağı’nın gençlik özlemlerini kötüye kullanarak kendi çıkarlarına hizmet etmeye çalışan emperyalist güçlere ve onların ajanlarına karşı tetikte olmalıdır. Halk savaşı ve halk hareketinin kazanımlarının tehlikede olduğu ve Nepal vatandaşlığını gasp etme komplosunun olduğu mevcut durumda, parti stratejik bir zincir oluşturmalı ve ilerlemelidir.

Toplantının ardından Genel Sekreter Vekili CP Gajurel tarafından yapılan açıklamada, “Dün, Nepal Devrimci Komünist Partisi Daimi Komitesi, Genel Sekreter Vekili K. Gaurav başkanlığında ve Genel Sekreter K. Kiran’ın katılımıyla gerçekleştirildi. Toplantıda mevcut siyasi durum gözden geçirildi ve partinin ilk duruşunu kamuoyuna duyurmak amacıyla bu basın açıklaması yayınlandı.

Partimiz, 19 Haziran’dan bu yana yolsuzlukla mücadele programı yürütüyor. Bu durumda, Gen-Z de 8 Eylül’de yolsuzluğa ve hükümetin sosyal medya yasağına karşı bir protesto düzenledi. O gün, Gen-Z tarafından düzenlenen protestoya devlet tarafından gereksiz müdahalede bulunuldu ve bu nedenle 30 gelecek vaat eden genç hayatını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Partimiz bu konudaki duruşunu 9 Eylül’de kamuoyuna açıkladı.

Ertesi gün, 10 Eylül’de, Gen-Z liderliğindeki hareket farklı bir yol izledi. Yolsuzluk, ulusal bağımsızlık ve özgürlük gibi temel haklara müdahaleye karşı başlayan hareket konuşma ve basın özgürlüğü noktasında farklı bir yöne gitti. Hükümet binalarının hedef alındığı görüldü. Bu nedenle, benzeri görülmemiş bir halk desteğine sahip olan hareket hakkında şüpheler dile getirilmeye başlandı.

Protestocularla Nepal Ordusu arasında görüşmelerin sürdüğü kamuoyuna duyuruldu. Bu hareketin dile getirdiği taleplerin yerine getirilmesi konusunda nasıl bir anlaşmaya varılacağı konusunda yaygın bir ilgi var. Asıl mesele, halkın görüşmelerde yaptığı fedakarlıkların ne kadar başarılı olacağı. Partimiz de bu konuya dikkat çekti. Önümüzde üç olasılık var: ilerici, statükocu ve gerici. Hangi yolu izleyeceğimizi inceliyoruz. Protestoculara, bu müzakere sürecinde ilerici istikamette durmalarını tavsiye etmek istiyoruz.

Emperyalist ve yayılmacı komployu, gerici ve statükocu komployu ifşa etmek ve hareketin ilerici değişim lehine sürekli ilerlemesini talep etmek gerekiyor. Ulusal, demokrasi ve halkın geçim mücadelesini, halk mücadelesi, sınıf mücadelesi ve halk direniş mücadelesinin (teknolojiyle bağlantılı olarak) özgün modeliyle geliştirmek ve yeni demokratik devrimin eşiğini aşarak bilimsel sosyalizmi kurma yoluna götürmek gerekiyor.

Kaynak: https://moolbato.com/2025/09/67898

 

https://ozgurgelecek55.net/ceviri-yabanci-ajanlar-gen-z-hareketini-ele-gecirdi

 

 

 

Blog Arşivi

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar

Çamurdan ayaklı ahmaklar kaldırdıkları kayanın altında kalacaklar
Devrimci ve İlerici Kamuoyuna, Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin ender haleflerinden, Türkiye’de, devrimci komünist/proleter enternasyonalist çizginin temsilcisi, Maoist ekolün kurucusu, önder İbrahim Kaypakkaya karşı yine iğrenç, alçakça, çamurdan bir saldırıyla karşı karşıyayız. Bizler böylesi iğrenç, alçakça çamurdan saldırıları geçmişten de biliyoruz. İbrahim Kaypakkaya’yı “seni bizat kendi ellerimle geberteceğim” diyen Yaşar Değerli’nin, “sanık İbrahim Kaypakkaya, intihar etmiştir” diye başlayan bu saldırısı sırasıyla, Nasyonal Sosyalist Doğu Perinçek’in 70’lerden buyana dillendirdiği “intihar” yalanıyla, ardından Orhan Kotan’ın, “Rızgari” adına yayınlanan Diyarbakır Hapisanesi Raporu’ndaki “o işkenceye kimse dayanamaz, İbrahim’in direnişi şehir efsanesidir” çamurlarıyla devam edilmiştir. Bugünkü saldırının failleri ise bizat önder Kaypakkaya’nın kurduğu ekolün yıllar içerisinde epey, bir hayli dejenere olmuş, paslanmış, küflenmiş halinin sonuçları olan tek tek safralardır. Bu safralar kendilerinin muhatap alınmasını, attıkları çamurun gündem olmasını ve tartışılmasını istiyorlar. Görünürde ilk kuşaktan olup, Koordinasyon Komitesi üyelerini ama özellikle de Muzaffer Oruçoğlu’nu hedef alıyor muş gibi yapan bu iğrenç, alçakca çamur faaliyetin ESAS amacı ve HEDEFİ aslında, İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleriyle hesaplaşmaktan kaçıp, onun geride kalan kemiklerini (“otopsi isterük” naralarıyla) taciz ve teşhir ettikten sonra çamura batırmaktır. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, Kaypakkaya yoldaşın koptuğu Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin önde gelen kalan kadrolarının 1972 senesi içerisinde (sırasıyla Hasan Yalçın, Gün Zileli, Oral Çalışlar, Ferit İlsever, Nuri Çolakoğlu, Halil Berktay ve Doğu Perinçek’in) yakalandıklarını ve bunların polis ve savcılık ifadelerinde İbrahim Kaypakkaya hakkında gayet kapsamlı ve derinlikli bilgi verdiklerini çok iyi biliriz. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 3 Kasım 1972’de Ankara’daki Marmara Köşkü'nde yapılan Devlet Brifingi'nde “Diyarbakırda yakalanan gençlerin örgüt evlinde Kemalizm ve Milli Mesele Üzerine adlı bölücü yazıların çıktığına” dikkat çekildiğini gayet iyi hatırlarız. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, önderimiz İbrahim Kaypakkaya’nın 28 Şubat 1973’de zincirle bağlı bulunduğu yatağından kaleme aldığı, adeta vasiyeti sayılacak mektupta, “saflarımızda çözülenleri ve moral bozanları derhal atın” dediğini nasıl unuturuz? Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, buna mukabil başta Muzaffer Oruçoğlu olmak üzere Koordinasyon Komitesi mensuplarının direnmediklerini ve çözüldüklerini de iyi hatırlarız. Ve önder Kaypakkaya’yı en son gören tanıklardan olan yoldaş Hasan Zengin’in, çapraz hücrede kalan İbrahim Kaypakkaya’nın yanına Yaşar Değerli ve Güneydoğu Anadolu Sıkı Yöneim Komutanı Şükrü Olcay’ında bulunduğu kalabalık, sivil giyimli bir heyetin geldiğini ve bu heyet ile Kaypakkaya arasında geçen konuşmanın muhtevasını da gayet iyi biliriz: Zira o “konuşmada” DEVLET, İbrahim Kaypakkaya’ya adeta “bu yazdıklarını savunuyor musun, hala arkasında mısın” diye sormuştur. İbrahim’de “evet, savunuyorum ve arkasındayım” demiştir. Ve onun için ister işkenceyle, ister kurşunla olsun Kaypakkaya, “arkadaşlarının 21 Nisan 1973’den itibaren çözülmeleri sonucunda”, “devletin aslında öldürmeyecekken dikkatini çekmiş masum bir öğrenci olduğu için” DEĞİL, ta başından beri DEVLETİN sahip olduğu İSTİHBARATIN sonucu İNFAZ edilmiştir. Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, 1. Ana Dava Dosyası’na konan ve müptezellerin bize unutturmaya çalıştıkları, MİT raporundaki şu saptamayı da hiçbir zaman akıldan çıkartmayız: “Türkiye’de komünist mücadelede şimdiki haliyle en tehlikeli olan Kaypakkaya’nın fikirleridir. Onun yazılarında sunduğu görüşler ve öngördüğü mücadele metotları için hiç çekinmeden ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması diyebiliriz.” Şayet biz İbocular, balık hafızalı değilsek, ABD emperyalistleri tarafından “Soğuk Savaş” yıllarında yayınlanan The Communist Year Book’un 1973 baskısında önder İbrahim Kaypakkaya başta olmak üzere, Ali Haydar Yıldız, Meral Yakar ve Ahmet Muharrem Çiçek’in ölüm haberlerinin H. Karpat tarafından adeta zafer edasıyla duyrulduğunu biliriz. İşte tüm bu nedenlerden ötürü bugün bu iğrenç, alçakça çamur saldırının ana hedefi kati surette Muzaffer Oruçoğlu DEĞİLDİR. Bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının ANA HEDEFİ önder İbrahim Kaypakkaya’nın ser verip sır vermediği, devrimci komünist, proleter enternasyonalist siyasi ve ideolojik hattır. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp yürüten safralar, İbocu hattan ta 70’lerin ikinci yarısında kopup, evvela Enver Hoca’cılığı tercih eden, sonra devrimciliği bitirip, şimdilerde Dersimcilik yaparak statü sahibi olmaya çalışan, Büyük Proleter Kültür Devrimi’ne “katliam” diyecek kadar antikomünistleşenlerdir. Ve ne ilginçtir ki, bu safralar geçmişteki anlatımlarında (mesela Kırmızı Gül Buz İçinde belgeseli için verdikleri yaklaşık 3 saatlik mülakatte) tek kelime bugünkü iddialarından bahsetmemişlerdir. Keza o günlerde karşılaştıkları Arslan Kılıç’la da gayet mülayim mülayim sohbet etmişlerdir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatıp, yürüten safraların bazıları ise kişisel öç alma derdinde olanlardır. Bunlar yıllarca İbocu=Dersimci denklemiyle eğitilmiş ama gerçekte İbrahim Kaypakkaya’nın ve onun dayandığı bütün bir komünist bilimle değil, Dersim’in yüzyıllarca sahip olduğu feodal kültürle yoğurulmuş müptezellerdir. Bu safralar, Kürt Milli Hareketi ile aileleri arasında yaşanan kanlı antagonizmaya, sırtlarını dayadıkları, Dersimli gördükleri, İboculukla alakası olmayan pragmatist hareketin ikircikli politikasına karşı gelip, kendilerini Türk şovenizminin Dersim temsilcisi eski CHP’li vekillerin kollarına atanlardır. Bu müptezellerin, vaktiyle Doğu Perinçek’in, Arslan Kılıç’a talimat verip, Arslan Kılıç’ında, “Ordu Göreve” pankartıyla bilinen, Nasyonal Sosyalist Gökçe Fırat’ın, “Türk Solu” dergisinde kalem oynatan Turhan Feyizoğlu’na siparişle yazdırdığı, İbo kitabının basımına nasıl cevaz verdikleri bilinir (bu kitap, hiç utanma ve arlanma duyulmaksızın bütün “İbo anma gecelerinde” de maslarda sergilenir). İbo kitabının dayandığı iki iddia vardır: 1. İbrahim Kaypakkaya, TİİKP’den “bir kadın meselesinden ötürü ayrılmıştır”. 2. İbrahim Kaypakkaya, “jiletle intihar etmiştir”. İşin ilginç yanı şudur ki bu çamur kitabın “Önsözü”, gayet övücü sözlerle Muzaffer Oruçoğlu tarafından yazılmıştır. Ve bugün Oruçoğlu konusunda çok hassasiyet sahibi imiş gibi gözüküp, bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çekenler tarafından da o dönemde basımına ve dağıtımına onay verilmiştir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıyı başlatan bir diğer safra ise, yazdığı 9 sayfalık çamur yazının altına imzasını koyamayacak kadar alçak ve korkaktır. Bu müptezelin davet edilmediği, 2017’de Darmstadt’da buluşan İbocu geleneğin farklı nesillerinin toplantısında, birden ortaya çıktığı ve “Arslan Kılıç, İbrahim’den teorik olarak ileriydi. Ben Arslan ağabey ile konuştum. İbrahim işkence falan görmedi, intihar etti” der demez, nasıl linç edilmekten son anda kurtulduğu ve topuklarını yağlayıp, nasıl sırra kadem bastığı da bilinir. Bugün bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıda kullanan TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası’nın biz İbocular açısından zerre kadar özgül ve orijinal tek bir yanı yoktur. O dosyanın yegane özelliği, o dönemki kadroların alttan alta önder İbrahim Kaypakkaya’nın 5 Temel Belgesi’ne nasıl ŞÜPHE duymaya başladıklarının göstergesidir. (Zaten onun içindir ki, ortak bir savunma yapılamamaıştır) Bu ŞÜPHE’nin daha sonra 1978’de yapılan 1. Konferans’da verilen “Özeleştiri” ile TEORİLEŞTİRİLDİĞİ ve bugünlere dek uzayıp geldiğni de zaten hepimiz görmekteyiz. Öte yandan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının manidar boyutları da vardır ve ne ilginçdir ki, bir zamanlar Sosyal Emperyalistlerin Türkiye temsilcisi İsmail Bilen ve Haydar Kutlu TKP’sinin kurduğu TÜSTAV arşivinin envanterinde, TKP/ML 1. Ana Dava Dosyası gözükmekle birlikte, çevrim içi bu dosyanın tek bir sayfası dahi dijital olarak TÜSTAV sitesinde BULUNMAZKEN, iğrenç, alçakça, çamur saldırının sorumlusu, bahsi geçen müptezellerine kim veya kimler tarafından SERVİS edildiği ve hatta Türkiye’den Ethem Sancak’ın ortağı olduğu Türk-Rus ortak arama motoru YANDEX’e kim veya kimler tarafından da yüklendiğidir. Dünyanın olası bir 3. Emperyalist savaşla burun buruna geldiği, Türkiye’de islamcı-faşist bir rejimin 20 yıldır kendisini adım adım tahkim ettiği bir ortamda, önder İbrahim Kaypakkaya’ya yapılan bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının insanlığa ve devrime zerre kadar faydasının olmadığı son derece aşikardır. Yeni, genç nesiller bu iğrenç, alçakça, çamur saldırıdan ne öğrenecektir? Çamurdan ayaklı bu ahmaklar, İbrahim Kaypakkaya’ya karşı bir kaya kaldırdılar. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Tarihsel olarak şimdiden o kayanın altında kalmışlardır. İnanmayan Hasan Yalçın’a, Gün Zileli’ye, Oral Çalışlar’a, Ferit İlsever’e, Nuri Çolakoğlu’na, Halil Berktay’a, Doğu Perinçek’e, Yaşar Değerli’ye, Orhan Kotan’a, Turhan Feyizoğlu’na baksın. Tüm bu adlar bugün hangi siyasi ideolojilk hela deliğine yuvarlandılarsa bu iğrenç, alçakça, çamur saldırının başını çeken safralar da o deliğe yuvarlanacaklardır...

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm

MKP 3. Kongre Tanıtım Videosu.Tek Bölüm
Bu video, mkp 3. Kongresinin, emperyalist dünya sistemine ilişkin fikirlerini, Türkiye Kuzey Kürdistan'ın sosyo ekonomik yapı tahliline ilişkin yaklaşımını ve devrimin niteliğine (demokratik devrimin görevlerini üstlenen, sosyalist devrime) ilişkin anlayışını, devrimin yolu olan sosyalist halk savaşını ve demokratik halk devrimi, sosyalizm ve komünizm projesini (gelecek toplum projesinde devlet anlayışını), ulus ve azınlıklar, ezilen inançlar, kadın ve lgbtt'ler, ve gezi ayaklanmasına ilişkin fikirlerini, birlik ve eylembirliği anlayışını, ittifaklar politikasını, yerel yönetimler anlayışını, işçi partisi değerlendirmesini ve komünist enternasyonale ilişkin güncel görevler yaklaşımını içermektedir.

TKP/ML İçindeki İki çizgi Mücadelesinin Bazı Belgeleri_1

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr

https://www.muzafferorucoglu.com/?lng=tr
Ve Durgun Akardı Don Gençliğimde hayalimin sınırlarını aşmama yol açan, beni en çok etkileyen roman. Don kazaklarının yaşamı, iç savaş, toprak kokusu, aşk, yaratım ve yıkım. Şolohov iç dünyamdaki yerini hep korudu. 24 Mayıs 1936’da Şolohov, Stalin’in daçasına gidiyor. Sohbetten sonra Stalin Solohov’a bir şişe kanyak hediye ediyor. Solohov evine geldikten bir müddet sonra kanyağı içmek istiyor ama karısı, hatıradır diye engel oluyor. Solohov, defalarca kanyağı içme eğilimi gösterdiğinde, karşısına hep karısı dikiliyor. Aradan üç yıl geçiyor, Solohov ünlü eseri, dört ciltlik ‘Ve Durgun Akardı Don’u, on üç yıllık bir çabanın sonunda bitirip karısından kanyağı isteyince arzusuna erişiyor ve 21 aralıkta, Stalin’in doğum gününe denk getirerek içiyor. Tabi biz bu durumu, Şolohov’un Stalin’e yazdığı mektuptan öğreniyoruz. Durgun Don’dan bir alıntıyla bitirelim: “Bizleri, insanoğlunu birbirimize karşı çıkardılar; kurt sürülerinden beter. Ne yana baksan nefret. Bazen kendi kendime, acaba bir insanı ısırsam kudurur mu, diye sorduğum oluyor.” (1. Cilt) ---------

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu

TABURE - Muzaffer Oruçoğlu
İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Gümüşsuyu Amfisi, 1970’in eylülünde Dev-Genç’in parkeli, sarkık bıyıklı militanlarıyla tıklım tıklım dolmuştu. Sahnedeki masada, toplantıyı yöneten üç kişi vardı. Ortada, Filistin’e gidip geldikten sonra tutuklanan ve bir müddet yattıktan sonra serbest bırakılan İstanbul Dev-Genç Bölge Yürütme Komitesi başkanı Cihan Alptekin oturuyordu. Amfiye, elde olan hazır güçlerle, emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı, Latin Amerikalı devrimcilerin yaptığı gibi bir an önce silahlı harekete geçme eğilimi hakimdi. İbo kent fokosu olarak gördüğü bu eğilimin, gençliği kendi kitlesinden koparacağı ve emekçi sınıflarla bütünleştirmeyeceği kanısındaydı. Daha önceki Dev-Genç forumlarında, bireysel terör, kendiliğindencilik, ekonomizm üzerine Dev -Genç kadrolarıyla tartışmış, onları İstanbul’un işçi bölgeleri ile toprak sorununun yakıcı olduğu yerlere yönlendirme çabası içine girmiş, direnişi ve silahlı mücadeleyi oralarda örgütlemeye çağırmış olduğu için herkes İbo’nun toplantıya gelme amacını ve neler söyleyeceğini üç aşağı beş yukarı tahmin ediyordu. Hatta tahminin de ötesine geçiyor, İbo’nun üniversitedeki sağlam kavgacı unsurları araklayıp, kendi çalıştığı fabrikalar semtine, Alibeyköy’e ve Trakya’ya götüreceğini, üniversiteleri savunmasız durumda bırakmakla kalmayacağını, götürdüklerini de oralarda pasifize edeceğini söylüyordu. İbo biraz da Doğu Perinçek’in daha önce, gençliğin üniversite sınırları içindeki mücadelesini çelik çomak oyununa benzeterek küçümsemesinin cezasını çekiyordu. Dev- Genç kadroları PDA içindeki görüş ayrılıklarını bilmediği için İbo’nun Perinçek gibi düşündüğü sanısına kapılıyorlardı. Kızgınlıkları biraz da bundandı. İbo, ben, Garbis, Kabil Kocatürk, birkaç kişi daha, grup halinde toplantıyı izliyoruz. Konu, Cihan Alptekin, Necmi Demir, Ömer Erim Süerkan, Gökalp Eren, Namık Kemal Boya ve Mustafa Zülkadiroğlu’ndan oluşan Dev-Genç Bölge Yürütme Kurulu içindeki anlaşmazlıklar. Konu açılıyor, tartışmalar başluyor, Zülkadiroğlu saymanlıktan istifa ediyor. Tartışmaların kızıştığı bir anda, söz alanlardan birisi, gençliğin emekçi sınıflara açılması gerektiğinden, aksi taktirde iç didişmelerin artacağından söz ediyor. Bir diğeri, militan gençliğin, kitle çalışması kisvesi altında, kavga alanlarından çekilerek pasifize edilmek istendiğinden dem vuruyor. Bunun üzerine kolunu kaldırıp söz istiyor İbo. Görmezlikten geliyor Cihan Alptekin, bir başkasına söz veriyor. İbo’nun konuşması durumunda ortamın elektirikleneceğini iyi biliyor. Konuşmacı sözünü bitirdikten sonra İbo kolunu kaldırıyor. Yine görmezlikten gelip bir başkasına söz veriyor Cihan. Arkamızda oturan militanlar, tatsız yorumlarla laf dokunduruyorlar bize. İbo duyacak diye endişeleniyorum. Kafasını bana doğru çevirerek, “Örgüt içi demokrasi dar bir çete tarafından resmen yok ediliyor,” diye mırıldanıyor. “Biraz bekle,” diyorum. Bekliyor. Birkaç kişi daha konuştuktan sonra el kaldırıyor. Ben de kaldırıyorum. Toplantının selameti için hiçbirimize söz hakkı vermiyor Cihan. İbo bu kez olduğu yerden: “Deminden beridir el kaldırıp söz istiyorum, söz vermiyorsun,” diyor. “Söz almadan konuşma,” diye uyarıyor Cihan. “Siz iktidar mücadelesini kendi içinizde kendiniz gibi düşünmeyenleri susturarak mı vereceksiniz? Düşünceler çatışmazsa doğrular nasıl çıkacak ortaya?” Cihan’ın, “Söz almadan konuşuyor, usulsüzlük yapıyorsun, otur yerine!” uyarısını arkadan gelen tehditvari uyarılar izliyor: “Otur yerine be, ne konuşacaksın!” “Seni gençliğin militan mücadelesi içinde göremiyoruz İbrahim, otur yerine, senin ne diyeceğini biliyoruz biz.” İbo bu kez geri dönerek, “Ben de sizleri işçi semtlerinde, grev çadırlarında göremiyorum,” diye çıkışınca, “Otur yerine,” sesleri çoğaldı. Amfideki tüm kafalar İbo’ya yöneldi. İbo yönünü tekrar sahneye doğru çevirip konuşmasını sürdürünce, ülkedeki siyasi atmosfer ile Bölge Yürütme Kurulu’nun içindeki çekişmelerin gerdiği sinirler, habis bir uğultu halini aldı. Arkamızda bulunan militanlardan Bombacı Zihni (Zihni Çetin), “Otur ulan otur, diyorum sana!” diye bağırarak, oturduğu tabureyi kaldırıp İbo’nun kafasına vurdu. Dehşet içinde kaldım. Kabil Kocatürk Zihni’ye ve arkadaşlarına doğru hörelenince kolundan çektim. Grubun içinde, Nahit Tören, Taner Kutlay, Zeki Erginbay, Mustafa Zülkadiroğlu gibi Dev-Genç’in mücadele içinde pişmiş ünlü militanları vardı. Nahit gibi birkaçının belinde de tabanca vardı. Zihni elindeki tabureyi yere koydu, durgunlaştı. Mücadeleci ve sinirli bir insandı. Harp okulundayken, öğretmeni Talat Aydemir’in örgütlediği 1963 darbesine katılmış, tutuklanıp üç yıl hapis yatmış, çıktıktan sonra 68 eylemlerine katılmış, Filistine gidip gelmiş fedakar bir insandı. İbo’nun kafası kırılmış, kırıktan boşanan kan, alnından yüzüne, boynuna ve göğsüne yayılmıştı. Dik durmaya çalışıyordu ama benzi solmuştu. Bir koluna Ragıp Zarakol diğerine de hatırlayamadığım birisi girmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Gümüşsuyu binası, Dev-Genç’in en önemli üssü olduğu için polis binadaki olayları anında haber alıyordu. Az sonra polis ekibi geliyor, İbo’yu alıp götürüyor. Nereye götürdüklerini bilemiyoruz. Karanlık çöktüğünde geliyor İbo. “Beni alıp Karakola götürdüler,” diye anlatıyor. “Kafama bant çektikten sonra sorguya aldılar. Komünistler arasında post kavgasının olduğunu, birilerinin vurduğunu ileri sürdüler. Kabul etmedim, merdivenden düştüğümü söyledim, tutanağa öyle geçti.”

Sınıf Teorisi - Partizan

Sınıf Teorisi - Partizan
Katledilişinin 50. Yılında Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya Yol Göstermeye Devam Ediyor! ''Türkiye'nin Geleceği Çelikten Yoğruluyor, Belki Biz Olmayacağız Ama, Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak'' İbrahim Kaypakkaya

Mahir Çayan Bütün Yazılar

Mahir Çayan Bütün Yazılar
TIKLA_Pdf_indir

M. Ali ESER ve Kitabının Devrimci Demokrasi tarafından Kritiği_1_2_3-4

M. Ali ESER ve Kitabının Devrimci Demokrasi tarafından Kritiği_1_2_3-4
Tıkla

Iki Lider iki Örnek-Polis Ifadeleri

Iki Lider iki Örnek-Polis Ifadeleri
Tikla ve Oku

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi

Türkiye Üzerine : Şark Meselesi
Amerika'da yayınlanan New York Tribune, iki yüz bini aşan tirajıyla, o yıllarda, belki de dünyanın en büyük gazetesiydi. «Türkiye Üzerine» Marx'ın bu gazeteye, «Şark Meselesi» ile ilgili olarak yazdığı makaleleri kapsamaktadır. «Türkiye Üzerine», geçen yüzyılda büyük devletler arasında kurulan politik ilişkilere «Şark Meselesi» açısından ışık tuttuğu gibi, Marx'ın Osmanlı İmparatorluğunun politik durumu ve toplumsal (sosyal) yapısı hakkındaki fikirlerini de dile getirir; bu bakımdan bizi özellikle ilgilendirmektedir. Bu yazılardan bir kısmının tamamen Marx' a ait olmadığı açıklamalar da belirtilmiştir. Biz, karışıklık olmasın diye, geleneğe uyarak, «Marx'ın» dedik. (Bkz. Kitabın sonunda yer alan)