"Burjuva ideologlar devrimci kahramanların itibarlarını zedeleyerek, zedeleyemediklerini ise millileştirerek sosyalist deneyim ve birikimleri çarpıtmıştır. Öyle ki Deng Xiaoping, modern Çin’in mimarı sayılmaktadır!"
14 Eylül 2025
2025 yılı, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın faşist güçlere
karşı zaferle sonuçlanmasının 80. yıldönümüdür.
Bu nedenle Rusya ve Çin her sene olduğu gibi çeşitli yürüyüş ve
kutlamalara ev sahipliği yapmaktadır. Özellikle bu yıl “Çin Halkının, Japon Saldırganlığına ve Dünya Anti-Faşist Savaşına
Karşı Direniş Savaşının Zaferinin 80. Yıldönümünü Anma” başlıklı
bir askeri yürüyüş Beijing’te gerçekleştirildi.
Bu gösteride görmemiz istenen ve ders almamız gereken çokça şey
vardı. Öncelikle Çin’deki bu yürüyüş son dönemlerde tüm dünyayı saran
militarizmin ve “savaşa hazırız” mesajının ön planda olduğu, Çin’in şimdiye dek
gerçekleştirdiği en yenilikçi ve modern askeri gösterisiydi.
Buna ek olarak gösteriye neredeyse hiçbir “Batılı” ya da “Batı
taraftarı” ülke yöneticisi davet edilmezken Asya ülkeleri liderleri yürüyüşte
yerini aldı; 20 Asya devlet lideri olmak üzere toplam 26 devlet lideri.
Görünen o ki Rusya ve Çin’in merkezine oturduğu bir emperyalist
odak artık netleşmiş bulunuyor ve gururla boy göstermekten de geri kalmıyorlar.
Çünkü Mayıs ayında Rusya’da gerçekleşen zafer yürüyüşünde de aşağı yukarı aynı devletlerin
liderleri gösteride yerini almıştı.
Özellikle Çin’in çevresinde konumlanan bu devletler Çin’in
yıllardır borçla teslim aldığı, bölgede yarattığı askeri ve ekonomik basınçla
etkisiz hale getirdiği, Güney ve Güneydoğu Asya devletleridir. Aynı şekilde
öbür yanda Rusya ile coğrafi olarak başka bir çıkış yolunun olmadığı Orta Asya
devletleri ve de iki tarafa da oynayıp henüz taraf olmayan ülkeler
bulunmaktadır.
Emperyalizme
mi ABD’ye mi karşıyız?
Eski ya da yeni emperyalist güçler arasında artan anlaşmazlıklar
ve çatışmalar; birbirlerini ezerek genişlemek zorunda olan sömürücü sınıflar
arasındaki çatışmanın kaçınılmaz sonuçlarından başka bir şey değildir.
Emperyalist güçler, hali hazırdaki tüm kapitalist pazar ve
sistem üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak isterler. Bu yüzden her biri
fiilen ele geçirebildiği kadarını kontrol etmeye çalışmaktadır. Devrimciler
arasında, hatta MLM devrimciler arasında bile, ABD’nin tek düşman, tek süper
güç olduğu ve ancak ABD egemenliğine karşı çıkarak bu sistemin yıkılabileceği
yönünde bir yanılgı vardır.
Bu bakış, sınıf mücadelelerini ve halk ayaklanmalarını, aslında
ABD’nin komuta ettiği dış güçlerin müdahalesine ve bu müdahaleye karşı ulusal
egemenlik ve ulusal bağımsızlıklarını savunanlar arasındaki bir çatışmaya
indirgeyen ya da bu şekilde tarif eden siyasi çizgilerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır.
Sınıf mücadelesinin bu şekilde reddedilişi, yerel
işbirlikçilerin, yerel gerici güçlerin ya da onların dışarıdaki güçlü
destekçilerinin bu çevrelerce kucaklanmasına sebep olmuştur. Elbette bu da,
ABD’ye karşı tek taraflı bir muhalefet biçimine; rakip emperyalist güçlerin bir
dizi “vekalet savaşları” ile karşı karşıya geldiğinin reddedilmesi anlamına
gelmektedir.
Oysa bu anti-emperyalist yaklaşım olmadığı gibi, meseleye ezilen
sınıfların perspektifinden bakan bir yaklaşım da değildir. Günümüzde çeşitli
ülkelerdeki yerel işbirlikçilere ya da yerel gericilere karşı yapılan
eleştiriler, bu eleştirilerin ABD emperyalistlerine “yardım ve destek”
sağladığını söyleyen “anti-emperyalistler” ya da “solcular” tarafından
karalanmaktadır.
Emperyalistler arasındaki çekişme ve krizler, devrimci
hareketler için nesnel olarak iyi koşullardır. Ancak yukarıda bahsettiğimiz
eğilim tarihte Alman sosyalistlerin Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı
öncesinde benimsedikleri ve İkinci Enternasyonal’in çöküşünün önemli bir nedeni
olan, tarihsel olarak yenilgiye uğramış “vatan savunması” çizgisinin
günümüzdeki bir yansımasıdır.
Ancak bu dönemde bu çizgi, “dışlanmış” veya ABD emperyalizmine
karşı olan herhangi bir gücü savunma biçimini almaktadır. Bu çizginin tarihsel
olarak reddedilmesi, Lenin ve Bolşevik Parti tarafından gerçekleşmiş ve zafere
ulaşmıştır.
Devrimciler için tek doğru tutum olarak tüm emperyalist ve
gerici güçlere karşı “devrimci yenilgicilik” savunulmuştur. İşbirlikçi
milliyetçiliğe, devrimci enternasyonalizm ile karşı çıkılmıştır.
İşte bu çizgiyle de Ekim Devrimi kazanılmıştır
“Aşağılanma
Yüzyılı”ndan halkları aşağılayan yüzyıla!
Çin’deki gösteri, devrimci figür ve simgelerle donatılmış ve
Çin’in yüzyıllık aşağılanmasının sona ermesinden bugüne aldığı yolu işaret eden
anlatılarla doluydu. Devrimden önceki Çin başlı başına ele alınması gereken,
karmaşık ve birçok tarihsel sürecin derinlemesine incelenmeksizin
anlaşılamayacağı fenomenlerle doludur.
Ancak Çin halkının “aşağılanma yüzyılı” diye adlandırdığı, dünya
emperyalist güçlerinin Çin halkının, tarihinin, ekonomik ve kültürel
değerlerinin üzerinde tepindiği bir dönemi işaret ediyordu. Bu ifade hem
milliyetçi hem de komünist çevrelerce kullanılan bir tabirdi. Çünkü gerçekten
dünyanın en kalabalık ülkesi emperyalistlerce derdest edilmiş, her yeni dönemde
bir parçası daha koparılan bir ülkeydi.
Aşağılanma yüzyılı, Çin’in İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı ve
Çin-Japon Savaşı’ndan Mao ve Çin Komünist Partisi önderliğinde zaferle çıkışı
ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sona ermiştir. Çin Halk
Cumhuriyeti’nin (ÇHC) kuruluşuna giden 20. yüzyılın fırtınalı ilk yarısını ele
almak ve aktarmak bu yazının kapsamını aşacaktır ve üzerine de çok şey yazılıp
çizilmiştir.
Ancak ÇHC’nin ve Çin Komünist Partisi’nin üzerinde yükseldiği
tarih ve değerler günümüzde ayaklar altına alınmaktadır. ÇHC, yüzyıllık
aşağılanmayı ve üzerine uzanan emperyalist elleri püskürtüp atarak tüm dünya
halklarına coşku ve cesaret vermiştir; günümüzde ise ÇHC yeni bir emperyalist
bloğu ve diğer halklar için aşağılanmayı ve borçlanmayı temsil eder bir
haldedir.
Çin, Maoist dönemde, Stalin döneminin ardından itibaren var olan
iki rakip emperyalist bloğun (ABD öncülüğünde “Batı” bloğu ve SSCB
sosyal-emperyalizmi, yani “Sosyalist” blok) dışında kalmıştı. Ancak Mao’nun
ölümünden sonra, Deng Xiaoping liderliğindeki kapitalist yolcular, Çin’i
kapitalist bir ülkeye dönüştürmenin kapısını açtılar.
ÇKP’de egemen olan ulusal burjuvazi, Çin’i kapitalist dünyanın
geri kalanından ayrı olarak geliştirmeye çalışmak ya da mevcut dünya kapitalist
emperyalist sistemine katılmak, onun bir parçası olmak arasında bir seçim
yapmak zorunda kaldı. Dolayısıyla kapitalist dönüşüm için başarı şansı en
yüksek olan tek seçenek olan ikinci yolu seçtiler.
Kendi devlet kapitalizmi programlarını, tekelci kapitalist
çizgide önemli ölçüde “reform” ettiler, yabancı kapitalist yatırımlara
“açıldılar”; IMF’ye (1980), Dünya Bankası’na (1980) ve Dünya Ticaret Örgütü’ne
(2001) katıldılar.
Çin’in halihazırda çok düşük ücretli işçilerden oluşan devasa
işgücünü çok daha fazla sömürebilmesi sayesinde, ABD ve diğer büyük güçleri
kendi oyunlarında yenebileceklerini düşünerek, bu hamleleri gözleri açık bir
şekilde yaptılar. Şu ana kadar, kapitalist-emperyalist standartlara göre, bu
riskli girişimleri büyük bir başarıya ulaştı (GSYİH büyüme oranları, ticaret
fazlası, Çin burjuvazisi için büyük servet yaratılması vb.).
Çin bu sayede kapitalist-emperyalist sistemin bütünsel bir
parçası haline geldi. İçeride süren ekonomik dönüşüm hızlıca kapitalizme geri
döndürüldü; sosyalist ekonominin yarattığı teknik birikim ve endüstriyel
dönüşüm devlet kapitalizmine, oradan da tekelci kapitalizme evriltildi.
Ekonomi diğer ülkelerdeki çokuluslu şirketlerin yatırımlarına
tamamen açıldı ve bu şirketlerin hem Çin pazarını hem de ihracat için düşük
ücretli Çinli işgücünü sömürmelerine izin verildi. Buna karşılık entegre olduğu
kapitalist emperyalist sistem Çin’i uluslararası ticaret örgütlerine dahil
ederek Çin’de ucuza üretilen malların dünya pazarında düşük gümrük vergileriyle
hareket etmesine izin verdi. Aynı şekilde malların Çin’e ulaşmasına da.
Böylece yalnızca Çin’deki yabancı fabrikalar değil kendi yerel
fabrikaları da en güncel üretim teknolojilerine erişim sağlamış oldu.
Yaşanan kapitalist dönüşümün ve yoğun kapitalist üretimin
neticesinde dünya emperyalist sistemindeki diğer ülkelere sermaye ihraç etme,
Çin ekonomisinin ihtiyaç duyduğu hammaddelerin önemli bir kaynağı olan yabancı
madenleri ve diğer şirketleri satın alma, yabancı ülkelerde kendi şirketlerinin
(devlet veya özel) ortaklarını kurma ve dünyanın dört bir yanındaki varlıkları
satın alma imkanını elde etmiş oldu.
“Serbest rekabet, kapitalizmin
ve genel olarak meta üretiminin temel özelliğidir; tekel, serbest rekabetin tam
karşıtıdır; fakat bizzat serbest rekabet büyük üretimi yaratarak, küçük üretimi
saf dışı bırakarak, büyük işletmenin yerine daha büyüğünü geçirerek, kısacası,
üretimin ve sermayenin yoğunlaşmasını tekelleri doğuracak kadar artırarak,
gözlerimizin önünde tekel durumuna dönüşmeye başlamış ve karteller, sendikalar,
tröstler ve sermayeleri bunlarla iç içe geçmiş, milyarları çekip çeviren bir
düzine banka oluşmuştur. Bu arada tekellerin içinden çıktıkları serbest
rekabeti yok etmediklerini, onun üstünde ve yanında var olmaya devam
ettiklerini, böylece de son derece keskin, şiddetli sürtüşmelere, çatışmalara
yol açtıklarını görüyoruz. Tekel, kapitalizmden, daha yüksek bir düzene geçiştir.” – (Lenin,
Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol Yayınları)
Kapitalist yolcuların iktidarı ele geçirmeleriyle Büyük Proleter
Kültür Devrimi (BPKD) sona erdirildi, düşmanlaştırıldı ve karalandı. Toplumun
en ileri kesimleri ve figürleri yoğun devlet baskısına maruz kaldı.
Çin
stili sosyalizm ya da orak çekiçli sömürü
Mao’nun tüm öğretileri baştan aşağıya çarpıtılarak yalanlarla
dolu bir “Çin stili sosyalizm” anlatısı inşa edildi. Burjuva ideologlar
ülkedeki kapitalist dönüşümün önünü açabilmek için ellerinden geleni yaparak
kolları sıvadılar.
Ülkede yoğun bir işçileşme süreci yaşanmaya başladı; 1960’ta
%16,2 olan kent nüfusu oranı Deng’in iktidarı ele geçirdiği 1978’e dek yalnızca
%17,9’a kadar yükselmiştir. Bu noktadan sonra kentlere olan göç olabildiğine
yükselmiş, ülkedeki tüm üretim ilişkileri yeniden dizayn edilmiş ve işçilerin
kaderi dönen çarklara teslim edilmiştir. Günümüzde Çin’deki kent nüfusu oranı
%64,57’dir. Bu da yaklaşık 911 milyon insana tekabül etmektedir.
Yaşanan tüm bu değişim ise panolardan eksik olmayan çekiç-oraklarla,
kent meydanlarına dikilen Mao heykelleriyle gerçekleştirilmiştir.
Bu düzenleme geliştikçe ve Çin dünya ekonomisinde giderek daha
önemli hale geldikçe, Çin’in ABD ve diğer ülkelerin giderek artan bütçe
açıklarının büyük bir kısmını kapatmak için kullanması koşuluyla büyük bir
ticaret fazlası elde etmesine izin verilecekti.
Bu durum kapitalist piyasaya aradığı geçici ferahlığı vermişti.
Günümüzde döviz rezervi en yüksek beş ülke Çin, Japonya,
İsviçre, Hindistan ve Rusya’dır. En yüksek olmak üzere Çin’in döviz rezervi,
ikinci Japonya’nın neredeyse üç katı, 3292 trilyon Amerikan Doları’dır.
Dolayısıyla Çin, dünya kapitalist emperyalist sisteminin ayrılmaz bir parçası
olmakla kalmıyor, egemen sınıfı da bu sisteme katılımından muazzam bir fayda sağlıyor.
Çin’in sistemdeki hayati rolü nedeniyle küresel kapitalizm Çin’e
ezici bir şekilde bağımlı hale geldi: Hem düşük maliyetli malların üreticisi
olarak devasa rolü, hem de tüm uluslararası finansal sistemi ayakta tutmak için
ABD ve diğer ülkelere kredi veren kritik rolüyle.
Sözün özü; gelinen noktada Çin, dünya emperyalist sisteminin
sıradan bir parçası değil, üstlendiği üretim ve finansal rolüyle ABD’nin askeri
rolü kadar önemli hale gelmiştir.
Görünen o ki, askeri rollere bürünmek için ise kolları sıvamıştır.
“Tekeller, oligarşi, özgürlük
eğilimi yerine egemenlik eğilimi, sayıları gitgide artan küçük ya da zayıf
ulusların, zengin ya da güçlü birkaç ulus tarafından sömürülmesi – bütün bunlar
emperyalizme, onu asalak ve çürüyen kapitalizm olarak nitelememize yol açan
özellikler kazandırmıştır. Burjuvazisinin artan ölçüde sermaye ihracından gelen
kazançlar ve ‘kupon kırpmak’la yaşadığı ‘rantiye devlet’, tefeci devlet,
giderek daha belirgin biçimde, emperyalizmin eğilimlerinden biri olarak ortaya
çıkmaktadır.” – (Lenin, Emperyalizm Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Sol
Yayınları)
Büyük Proleter Kültür Devrimi dünya halkları için bir devrim ve
kurtuluş meşalesi anlamına geliyordu. Kapitalist yolcular tüm bu değerleri bir
çırpıda kenara attı. Yıllar içinde Çin kendi şovenizmini yeniden inşa
edebilmiştir. Bunu da Çin halkının aşağılanma yüzyılını sona erdirdiği tüm
devrimci fedakarlıkları, deneyimleri ve hayalleri bir çırpıda ters yüz ederek
gerçekleştirmiştir.
Burjuva ideologlar devrimci kahramanların itibarlarını
zedeleyerek, zedeleyemediklerini ise millileştirerek sosyalist deneyim ve
birikimleri çarpıtmıştır. Öyle ki Deng Xiaoping, modern Çin’in mimarı
sayılmaktadır!
Tek
bir kıvılcım hala tüm bozkırı tutuşturabilir!
Başkan Mao liderliğinde ÇKP, yedi düvelle savaşarak, içerideki
karşı devrimcileri bertaraf ederek büyük bir zafer kazanmıştır. Çin saplandığı
bataklıktan Mao’nun ideolojik ve askeri öğretileri sayesinde kurtulmuş,
sosyalist bir inşaya girişmiştir. Mao Zedung’un hayatı ve külliyatı dünyanın
ezilen sınıflarına ve halklarına hala ışık tutmaktadır.
ÇKP’nin öncülüğünde Çin halkı insanlık tarihinde eşi benzeri
görülmemiş bir kültür devrimi için kolları sıvamasını bilmiştir. Bu devrimci
çizgi yalnızca Çin halkı için değil, döneminde tüm dünya halklarında bir
sarsıntı yaratmış, dört bir yanda ulusal kurtuluş hareketleri baş göstermiştir.
Burada ortaya konan azim ve sömürüsüz bir geleceğe olan inanç
Çin sınırlarını aşan, enternasyonal bir çizginin temsilidir.
‘Aşağılanma yüzyılı’ tabiri gerçekten de ezilen halklar için
ders niteliği taşımaktadır. Zira aşağılanma yalnızca bir halk için ortadan
kalktığında son bulamayacaktır. Kurtuluş, dünyadaki ezilen sınıfların ve
halkların topyekün kurtuluşundan geçmektedir.
Günümüzde Çin’deki kapitalist yolcular sosyalist değerlerin
içini boşaltarak, devrimci tarihi kendi şovenist anlatılarına malzeme ederek
yalnızca başka halklar ve sınıflar için yepyeni aşağılanma yüzyıllarını
başlatma niyeti taşımaktadırlar.
Kapitalist yolcular yalnızca kendi dönekliklerini ve
sinsiliklerini gizlemek için Mao’yu ve devrimci tarihi bulandırmakla
kalmıyorlar. Aradıkları şovenizmin ve yayılmacılığın gerekçeleri olarak Qing
hanedanlığının tarihte hüküm ve himaye altındaki bölgelerine de göz dikebiliyorlar.
Ve bunu Mao’nun heykelleri önünde dünyaya duyuruyorlar!
Dolayısıyla bu durumda da bizim pozisyonumuz basitçe “onların”
emperyalizmine karşı “bizim” emperyalizmimiz olamaz. ABD emperyalizmine karşı
Rus-Çin emperyalizmine taraf olmamak doğru ve devrimci olan yol olacaktır.
Dünya devrimci ve sosyalist hareketlerinde, ABD emperyalizmine
karşı Rus ya da Çin emperyalizmine yönelik sempatik söylemlerde ya da
tutumlarda bulunan çevreler vardır.
Bunlar ta Marx’ın sağlığından beri Marksizm’i tahrif etmeye
çalışan şovenistlerin, küçük burjuva ideologların, sosyal-emperyalistlerin,
şarlatanların yaklaşımlarıdır. Tarih en iyi yargıçtır, geriye dönüp
baktığımızda tarihin doğru tarafında olanlar ortadadır.
Emperyalistlerin desteğiyle revizyonistlerin ihaneti nedeniyle
dünya proletaryası Sovyetler Birliği’ni, Sosyalist Çin’i ve tüm sosyalist kampı
kaybetti. Artık devrimciler için bir dayanak kalmadı. Ekim Devrimi öncesindeki
duruma geri dönüldü.
Durumun tüm özellikleri göz önüne alındığında, olumsuz yönleri
nedeniyle büyük tehlikeler ve zorluklar olsa da, geçmişte benzeri olmayan
fırsatların önünü açabilecek elverişli faktörler de bulunmaktadır.
Kuşkusuz, dünya proletaryası büyük zorluklarla ve zor bir
durumla karşı karşıya kalsa da hala “Tek bir kıvılcım, bütün bir
bozkırı tutuşturabilir” – Mao Zedung